Mahfi Eğilmez – 03.06.2014
Rasyonel beklentiler teorisi
Rasyonel sözcüğü, akla dayalı, ölçülü ve hesaplı anlamına geliyor. İrrasyonel sözcüğü ise bunun karşıtı bir anlam taşıyor: Akla dayalı olmayan, ölçüsüz, hesapsız.
Rasyonel beklentiler teorisi, bu teoriyi geliştiren iktisatçılardan ikisine (Lucas, 1995 ve Sargent, 2011) Nobel Ekonomi ödülü kazandırmış bir ekonomi teorisi. Teoriye göre bütün veriler açıklandığı için piyasadaki karar alıcılar, en az ekonomiyi yönetenler kadar, olaylar ve gelişmeler hakkında bilgi sahibi olur. Bu durumda piyasadaki karar alıcılar, ekonomi yönetiminin alacağı önlemlerin etkilerini önceden tahmin eder ve ona göre davranırlar. Hükümetin ekonomiyi büyütmek için tüketimi arttırma kararında olduğunu, merkez bankasının da bu karar paralelinde para arzını ekonomik büyüme oranından fazla arttırdığını düşünelim. Piyasadaki karar alıcılar bu yaklaşımın enflasyon yaratacağı beklentisine girerler ve ürünlerinin satış fiyatlarını yükseltirler. Sonuçta enflasyon ortaya çıkar. Beklenti ne yönde ise gerçekleşme de o yönde olur.
Diyelim ki siyasal iktidar yüksek enflasyon sıkıntısını çözmek amacıyla mali disiplini sağlamaya yönelmiş ve merkez bankasına para politikası uygulamasında bağımsızlık veren yasal düzenlemeyi hayata geçirmiş olsun. Merkez bankası da enflasyon hedefine ulaşmak için para politikası araçlarını bağımsız olarak kullanmaya başlamış olsun. Bu durumda rasyonel beklentiler teorisine göre, beklentiler, enflasyonun düşmesi yolunda gelişecek demektir. Ekonomide yatırım, üretim, satın almalar, ücret pazarlıkları ya da fiyatlamalar için karar verme durumunda olanlar, enflasyonun düşeceği beklentisine göre davranacaklar ve bu davranışlar enflasyonun düşmesine yol açacaktır.
Türkiye, 2001 krizi sonrasında burada anlattıklarıma benzer gelişmeler yaşadı. Bir yandan Merkez Bankası’na para politikası uygulamasında bağımsızlık tanınırken bir yandan da bütçe disiplini sağlandı ve beklentilerin kökten değişmesi gerçekleştirildi. Sonuç olarak enflasyon düşmeye başladı ve faizler de peşi sıra inişe geçti.
İrrasyonel beklentiler teorisi[i]
Diyelim ki günün birinde çeşitli nedenlerle risklerde artış başlamış ve bunun kurlara yansımasının da etkisiyle enflasyon yeniden yükselişe geçmiş, bu durum devam ederken siyasal iktidar, kendi getirdiği yasal düzenlemeye karşın merkez bankasına baskı yaparak faizi yarı yarıya düşürmesini istemiş olsun. Piyasalar bu talebi irrasyonel bir davranış olarak kabul eder. Eğer merkez bankası siyasal baskıya boyun eğerek faizi yarı yarıya indirirse piyasa bunu irrasyonel davranışların rasyonel davranışların yerini alacağı biçiminde algılar. Bu durumda enflasyonun artacağı beklentisi yaygınlaşır ve karar alıcıların alacakları kararlar bu yönde değişirse enflasyon da yükselir.
Yukarıda anlatmaya çalıştığım olay mesela ABD’de olsa siyasal iktidar Fed’in faizi nasıl yönlendireceğine karışmaz. Fed’in yasasındaki ifade “hükümet içinde bağımsızlık” şeklinde bizdeki kadar açık olmayan bir ifade olduğu halde böyle bir karışım olmaz. Çünkü bu tür bir karışım toplumda ciddi tepki görür, toplum Fed’e sahip çıkar. Bu saptama Almanya, İngiltere, Fransa gibi ülkeler için de geçerlidir.[ii]
Aynı durumun Türkiye’de geçerli olmadığını biliyoruz. Yani hükümet, merkez bankasına baskı yoluyla karışarak beklentinin tam tersini yapmasına neden olabiliyor. Bunu geçmişte birçok kez yaşadık. Geçtiğimiz birkaç ay bunu bir kez daha hatırlattı bize. Bu tür irrasyonel yaklaşımlar arttıkça beklentiler de uygulamanın irrasyonel biçimde olacağı yönünde gelişiyor. Bu durumda rasyonel beklentilerin yerini irrasyonel beklentiler alıyor. Bir başka ifadeyle irrasyonel yaklaşımlar öyle yaygınlaşıyor ki piyasalar siyasal iktidardan gelecek kararın irrasyonel bir karar olduğunu tahmin edebiliyorlar. Bu durumda alınacak kararın tersi yönünde gerçekleşmeler olabiliyor. Örneğin merkez bankası faizi indirse bile bankalar bu kararın enflasyonu indirmek bir yana riskleri ve dolayısıyla enflasyonu arttıracağını tahmin ettikleri için faizlerini indirmiyorlar.
Normal koşullarda bu tür bir irrasyonel yaklaşım şok etkisi yaratır ve piyasalarda bozulmalara yol açar. Ne var ki bu yaklaşım yalnızca bu alanda değil birçok alanda tekrarlanan bir rutin halini almış yani irrasyonel yaklaşımlar beklenir duruma gelmişse şok etkisi fazla büyük olmuyor, piyasalarda bir dalgalanma olsa da bu etki uzun sürmüyor. Bir anlamda insanlar ve piyasalar sürekli irrasyonel yaklaşımlar olacağını bekledikleri için irrasyonelliği rasyonalize etmiş oluyorlar. Bunu irrasyonel beklentiler teorisi olarak adlandırıyorum.
Buradaki kritik nokta yabancı kaynakları yönlendirenlerin bu tür bir irrasyonelliği rasyonelleştirmiş olup olmamalarıdır. Eğer rasyonelleştirmemişlerse risk artışı beklenenden daha büyük olabilir.
[i] İrrasyonel beklentiler teorisi bana aittir. Bu deyimi ve hangi anlamda kullandığımı ilk kez 1996 yılında “Türkiye İçin Bir Ekonomik İstikrar Programı Önerisi” adı altında yazdığım ve zamanın hükümetine sunduğum raporda konu etmiştim
[ii] Bu da bize gösterir ki merkez bankası bağımsızlığı yasaya yazılmakla değil, merkez bankasına toplumun sahip çıkmasıyla olur. Toplumun sahip çıkmadığı bir şey yasayla yaşatılamıyor (demokrasi, ifade özgürlüğü, yargı bağımsızlığı da böyledir.)