Mahfi Eğilmez – 12.10.2018
İşler iyi giderken sahne finansçılarındır. Nereden, nasıl en çok para kazanılır, ekonomideki gidiş nasıl değerlendirilir de kazançlar artırılır onlar bilir ve anlatırlar. En ince hesapları yaparlar, hangi yatırım aracından hangisine ne zaman geçileceğini net bir biçimde söylerler. İşler iyi giderken gözler hep finansçıları arar, kulaklar onlara döner. Tek kelimelerini kaçırmamaya çalışır yöneticiler ve karar alıcılar. Şirketlerde bir de iktisatçılar vardır. Hepsinde yoktur ama televizyon kanallarında, sosyal medyada ya da yazılı basında vardırlar en azından. Finansçılar kadar gözde olmasalar da onlar da bir şeyler söylerler, yazarlar. İyi zamanlarda insanların büyük bölümü onların dediklerini pek dinlemez, dinler görünenler de kendilerini vermediği için ne dediklerini pek anlamaz. Sağ olsunlar iktisatçılar da anlaşılmaz konuşmayı sevdiklerinden midir yoksa konunun karmaşıklığından mıdır anlaşılmaya pek çaba göstermezler. Büyük şirketlerde ve özellikle finans şirketlerinde bir iktisatçı bulunur. Bazı toplantılara çağrılır ve görüşleri sorulur. Çağrıldığında genellikle iyi giden işlerin hep böyle gitmeyebileceğini, makro dengelerin bozulmaya başladığını, böyle bir durumda şirketin zor duruma düşebileceğini ve şimdiden önlem alınması gerektiğini anlatıp gider. Çoğu yönetici iktisatçının anlattıklarından pek hoşlanmaz. Şirket çalışanlarının gerekli gereksiz moralini bozduğunu düşünürler. Hatta işten çıkarıp çıkarmamayı kafalarında evirip çevirirler. Ya unutulduğu için ya da çok maliyetli olmadıkları için iktisatçılar işte kalmaya devam ederler.
Sonra gün gelir makroekonomik sıkıntılar yüzeye çıkmaya başlar. Ekonominin, potansiyelinden hızlı büyümüş olmasının yarattığı zorlama sırasında bütçe açığı ya da cari açığın hızla arttığı, borçlanmanın yükselmiş olduğu anlaşılır. İster istemez işler tersine döner, ekonomi küçülmeye başlar, işsizlik artar, enflasyon yükselişe geçer. O aşamada eldeki kazanç fazlasını değerlendirmek değil borçları yönetmek, maliyetleri düşürmek, gereksiz istihdamı azaltmak gibi hedefler ön plana çıkar. İşte tam da o sırada birileri iktisatçıyı hatırlar. Derler ki “ya burada bir adam vardı, arada bir bizim toplantılara çağırırdık mır mır bir şeyler anlatır da biz pek dinlemezdik.” Sonra hep birlikte iktisatçıyı çağırıp dinlemeye karar verirler. İktisatçı ilk kez böyle bir toplantıda başköşeye oturur, hazırladığı tabloları ve grafikleri perdeye yansıtarak buraya nasıl gelindiğini anlatmaya başlar. Anlatır da anlatır. Bu kez herkes kulak kesilmiş olarak onun anlattıklarını dinler. İktisatçı sunumunu bitirdiğinde yüzünde belli belirsiz bir tebessüm oluşur. O tebessüm aslında “ben bunların olacağını size zamanında anlattım ama beni dinlemediniz, işte bakın haklı çıktım” ifadesinin yansımasıdır.
Yöneticiler, iktisatçıyı dinledikten sonra onun başkanlığında bir “bu sıkıntıdan nasıl çıkarız komitesi” kurarlar. Gün artık iktisatçıların gününe dönüşmüş olur.
İyi günde finansçıyı dinlemek akıllıca bir tutumdur. Ama aynı zamanda iktisatçıya da kulak verenler yatırım yaparken bir yandan da gerekli önlemleri alırlar. İşler iyi giderken önce finansçıyı sonra iktisatçıyı dinlemek sadece finansçıyı dinlemek kadar çok kazandırmaz belki ama işler bozulduğunda da zararın yüksek olmasını önleyebilir.
Keşke bütün günler finansçıların günü olsa. Ne yazık ki böyle bir dünya yok. Bugün dönüp dolaşıp yine iktisatçıların gününe geri geldik. O toplantılar sırasında masanın en ucunda oturup mır mır eden adamın ya da kadının anlattıklarını o zaman dinlesek ve dikkate alsak iş işten geçtikten sonra bugün yeniden dinlemek zorunda kalmazdık.
Bunlar da geçecek nasıl olsa ve yine finansçıların gününe geleceğiz. O zaman bari iktisatçıların ne dediğine kulak vermeye başlasak.