Bir ülke ya da bölgeye yüksek düzeyde ticaret bağımlılığı ile bir firmanın tüm satışlarını bir ya da iki alıcıya yapması arasında bir fark yoktur. Dolayısıyla şirketler de riski dağıtmak üzere stratejiler belirlemeli.
Kısa vadeli yabancı para yükümlülüklerimiz ve cari açığımızla beraber oluşan döviz ihtiyacı, Türkiye’nin makro risk ve fırsatları arasında ihracatı yarı yarıya önceletiyor. Bu öylesine hassas dengeli bir terazi ki; en az enflasyonu düşürmek ya da sürdürülebilir bir büyüme yakalamak kadar önemsenmelidir.
Diğer taraftan yabancı girişi olarak tanımlanan portföy ve doğrudan yatırımların da önemi var tabii… Bu noktada seçimlerden sonra ekonomi yönetiminin gösterdiği bariz çabanın takdire şayan olduğunu söyleyebilirim.
Bu amaca kısa vadede ulaşma imkanı var mıdır?
Ancak bu yatırımlar adı üstünde “yabancı” olduğundan, küresel konjonktürel pek çok riski de bünyesinde barındırdığından, katma değerli bir ihracat artışının sürekli hale gelmesinin ülke ekonomisi açısından çok daha sürdürülebilir ve kontrol edilebilir olduğunu düşünüyorum.
Bu soruya cevap verebilmek için geride bıraktığımız yılın gerçekleşen verileri ile bu yıla ilişkin beklentilere birlikte bakalım:
-2023 yılında 256 milyar dolara yakın ise genel ihracat gerçekleşti.
-Bir önceki yıla göre yüzde 0.6 artış kaydedildi.
-Bu tutar Cumhuriyet tarihinin rekoru olarak kayıtlara geçti.
– TİM’in hazırlamış olduğu Toplam İhracat rakamlarına baktığımızda ise 2022’de yüzde 11 olan payını 2023’te yüzde 15,8’e çıkaran otomotiv endüstrisinin 35 milyar dolarlık ihracatla ilk sırada yer aldığını gördük.
-Sanayi ürünleri ihracatında ikinci en yüksek paya ise yüzde 8,7 ile hazır giyim ve konfeksiyon sahip oldu. Ancak bu sektörün yıllık bazda yüzde 9,2’lik bir erozyona uğramış olduğunu da üzülerek gözlemledik.
Yazının devamı için TIKLAYINIZ!