İhracat bildiğimiz üzere ülke ekonomisi için çok değerli bir görev üstlenmekte olup, bu açıdan pek çok teşvik ve destek unsurlarıyla da geliştirilmeye, pozitif olarak korunmaya çalışılmaktadır. İhracatın güçlenmesi, rekabetçi bir ülkenin ortaya çıkmasıyla istihdamdan büyümeye değin pek çok soruna da doğrudan veya dolaylı olarak önemli düzeyde katkı sağlamaktadır. Özellikle, dış ticaret açıklarının kapanmasında veya olumsuz etkisinin hafifletilmesindeki değeri ve önemi yadsınamaz.
Bir ülkenin siyasi bağımsızlığı kadar, ekonomik bağımsızlığı da o ülkenin geleceği açısından büyük önem arz etmektedir. Artık, liberal ve açık ekonomik düzenlerde ülkeler arası rekabet daha da artmış olup, bir ülkenin ekonomik bağımsızlığın temeli bu tür liberal sistemlerde bir nebze de olsun ihracata dayanmaktadır. İhracatın sağladığı döviz gelirleriyle kur şoklarına daha dayanıklı, enflasyon konusunda daha başarılı, daha istikrarlı bir ekonomi yaratılabilir. Özetle, ihracat dış kaynaklı ekonomik sorunların kaldırılmasında veya hafifletilmesinde önemli misyon üstlenmektedir.
Bu nedenle, ihracatın ve ihracatçının önünde yer alan geçici veya kalıcı sorunları gözlemlemek, bunlara çözüm/çözümler üretmek, bunları önemsemenin oldukça önemli olduğunu düşünmekteyiz.
Ülkemizde meri mevzuat hükümleri kapsamında ihracatçı şirketlerimiz veya mükelleflerimiz ülkemiz adına bu kadar önemli bir görev ifade ederlerken, henüz tahsil etmedikleri “yurtdışı kaynaklı” “döviz cinsi ihracat alacakları” nedeniyle hesaplanan fiktif nitelikteki kur farkı gelirleri nedeniyle önemli düzeyde geçici vergi ve kurumlar vergisi ile karşı karşıya kalmaktadır.
İhracatçılarımız, bu geliri fiilen tahsil etmeden bir de kur farklarından kaynaklanan fiktif, henüz realize olmamış, kesinleşmemiş bu döviz cinsi gelirler nedeniyle önemli ölücüde vergi yükü ile karşı karşıya kalmaktadırlar. Bu durum, istisnasız tüm mükellefleri ilgilendirse de, ihracatın gelişmesi için ihracatçının önündeki bu temel sorunun bir tür “vergi ertelemesi” ile çözülmesi gerektiğini düşünmekteyiz.
Bilindiği üzere TCMB tarafından yayımlanan İhracat Genelgesinin 4. Maddesinde ihracat bedellerinin ülkeye getirilmesi için azami süreler tespit edilmiştir. Buna göre; 2018-32/48 sayılı Tebliğ’in yürürlüğe girdiği tarihten itibaren genel olarak fiili ihracatı gerçekleştirilen işlemlere ilişkin ihracat bedellerinin yurda getirilme süresi fiili ihraç tarihinden itibaren 180 günü geçemez. 180 gün azami süre olup, bedellerin ithalatçının ödemesini müteakip doğrudan ve gecikmeksizin yurda getirilmesi esastır. Ayrıca, özelliği olan ihracatlar için Genelgenin 7. Maddesindeki sürelerin dikkate alınacağı, ihracat işlemlerine ait sözleşmelerde bedellerin tahsili için ise fiili ihraç tarihinden itibaren 180 günden fazla vade öngörülmesi durumunda, bedellerin yurda getirilme süresi vade bitiminden itibaren 90 günü geçemeyeceği de hüküm altına alınmıştır.
İhracatçılar ve genel olarak döviz kazandırıcı faaliyetlerde bulunan mükellefler, azami bu yasal sürelere kadar tahsil edemedikleri dövizli ihracat gelirleri nedeniyle ülkemiz örneğinde genelde önemli düzeyde kur farkı karı (net anlamda kambiyo karı) ile karşılaşıp peşinen vergiler ödemektedirler. Bu durum, her ne kadar genel bir durum olarak ifade edilebilse dahi, ihracatçının maliyet bedeli vergi yükü kadar daha da ağırlaşabilmektedir. Özellikle, devalüasyon veya döviz şoklarının yaşandığı dönemlerde bu olumsuz durum daha belirgin ve ağır bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Özellikle 2018/Ağustos ayından itibaren olağanüstü şoklara maruz kalan döviz kurları, ihracatçı şirketlere henüz elde etmediği gelirden de önemli düzeyde vergi ödeme yükümlülüğü yaratmıştır.
Bildiğimiz üzere kur değerlemesine ilişkin kuralları belirleyen 213 sayılı Vergi Usul Kanunu (VUK)’un 280. Maddesinde yer alan “Yabancı paralar borsa rayici ile değerlenir. Borsa rayicinin takarrüründe muvazaa olduğu anlaşılırsa bu rayiç yerine alış bedeli esas alınır.
Yabancı paranın borsada rayici yoksa, değerlemeye uygulanacak kur Maliye Bakanlığınca tesbit olunur.
Bu madde hükmü yabancı para ile olan senetli veya senetsiz alacaklar ve borçlar hakkında da caridir.”
Hükmü nedeniyle hiçbir ayrım olmaksızın tüm dövizli alacaklar ülkemizde döviz borsası olmadığından T.C. Hazine Ve Maliye Bakanlığınca belirlenen kur dikkate alınarak değerlemeye tabi tutulmaktadır.
Bu durumun tek ve özel bir istinası olarak VUK’un 280/A bendi ile yatırım teşvik belgesi kapsamında yatırım yapacak tam mükellef sermaye şirketlerine, işe başladıkları hesap dönemini takip eden hesap dönemi sonuna kadar yurtdışından getirilerek sermaye olarak konulan yabancı paraların, söz konusu dönem zarfında yatırım teşvik belgesi kapsamında sarf olunan kısmı nedeniyle oluşan kur farkları pasifte özel bir fon hesabına alınabilme imkanı sağlanmıştır. Bu durumda olumlu kur farkları bu hesabın alacağına, olumsuz kur farkları ise bu hesabın borcuna kaydedilerek bir vergi kolaylığı sağlanmıştır.
Bize göre, VUK’un 280. Maddesinde yabancı paraların değerlemesine ilişkin düzenlemede ihracat ve genel olarak döviz kazandırıcı faaliyetlerden doğan yabancı para alacaklarının kur değerleme sonuçlarının gelir veya kurum kazancının tespitinde matraha dahil olması için fiilen ve/veya hukuken alacağın tahsilatının yapıldığı tarihe kadar bir “Vergi Ertelemesi” kolaylığının sağlanması gerekmektedir.
Mevcut bu hükme ilave getirilecek olan bir kısım fıkralar ile aşağıdaki gibi bir düzenleme yapılabilir, veya bu hüküm geliştirilebilir:
“İhracattan (ve döviz kazandırıcı faaliyetlerden) doğan yabancı para cinsi alacaklar üzerinden bu alacakların nakden veya herhangi bir şekilde hesaben tahsil edildikleri tarihe veya en geç TCMB düzenlemesine göre bu döviz cinsi alacakların Türkiye’ye getirilme zorunluluğunun başladığı tarih olan azami süreye kadar hesaplanan kambiyo karları ve/veya kambiyo zararları (mükellefler tarafından istenirse) pasifte bir fon hesabında geçici olarak tutulabilecektir.
Bu durumda, mükellefler tarafından kambiyo karları geçici olarak bilançonun pasifinde bir fon hesabına alınan alacaklarına (kambiyo karları için vergi ertelemesi yapıldığı takdirde), sonradan tahakkuk eden kambiyo zararlarının da benzer şekilde ilgili fon hesabına alınması zorunludur.
Pasif bir fon hesabına geçici süreyle alınan kambiyo kar veya zararları ilgili döviz alacağı tahsil edildiği ölçüde ilgili geçici vergi dönemi itibariyle hesaplanan kambiyo kar veya zararı ticari kazanca (kurum kazancına) ilave edilir. Herhangi bir nedenle işin terki, devri veya tasfiyeye girilmesi halinde bu tarih itibariyle fon hesabında bulunan kambiyo kar veya zararları ticari kar veya zarara ilave edilir.
Bu konuda usul ve esasları belirlemeye TC Hazine Ve Bakanlığı yetkilidir.”
Kanun hükmüne kanunun yürürlük tarihinden sonra tahakkuk edecek alacaklar için uygulanacağı kuralı konulmasının da çok faydalı olacağını düşünmekteyiz.
Yukarıda gibi benzer bir kanun düzenlemesiyle ihracatçıların ve döviz kazandırıcı faaliyetlerle iştigal eden mükelleflerimizin sırtında oluşan ağır vergi yükünü geçici bir süreyle erteleyerek, bir diğer ifadeyle onlara “pozitif ayrımcılık” yaparak daha rekabetçi bir ihracat modeli geliştirilebilecektir.
İhracatcılarımız kur artışı nedeniyle üstlendikleri mali risklere geçici bir süreyle gelir veya kurumlar vergisi gibi bir vergi riskini ilave etmeyeceklerdir.
Özellikle, ihracat girdisi ithalata dayanan mükelleflerin girdi maliyetleri kur artışları nedeniyle arttığından işletme sermayeleri önemli ölçüde erimekte, ihraç konusu ürünlerin satışından elde edilen kar doğrudan vergilendirilirken, alacaklara ilişkin kur farklarının bir müddet kazanca dahil olmaması, yani geçici süreyle bir tür vergi ertelemesi getirilmesi, ihracatın sürdürülebilir kılınmasında pek çok şirket bünyesinde önemli bir görev üstlenebilir.
Bu önerimiz, bu mükellef grubunun faaliyetleri için bir vergi istisnası veya mükellefler için muafiyet olarak değil nitelendirilmemelidir, bu durum açıkça bir tür “vergi ertelemesi” mahiyeti taşımaktadır. Amaç, tahsilat gerçekleşmedikçe ihracatçının daha fazla bir vergi yükü ile karşılaşmasını engellemektir. Ödeme gücü olmadan vergi ödenmesinin bir müddet ertelenmesidir. Hali hazırda mevzuatımızda zaten pek çok mantıksız ve tutarsız istisna ve muafiyetin yanında ancak ve ancak gerçek bir toplumsal fayda sağlayan bu tür politikalarla rekabetçi bir ekonomi inşaa edilebilir.
Her bir geçici vergilendirme dönemi ve nihayetinde yıllık gelir veya kurumlar vergisi beyanname dönemlerinde henüz tahsil edilmemiş olan ihracat/döviz kazandırıcı faaliyetler kaynaklı olan dövizli alacaklar için Bakanlık tarafından belirlenen kurlar dikkate alınarak kur değerlemeleri yine yapılacak, yalnız hesaplanan kambiyo karları veya kambiyo zararları 52-Sermaye Yedekleri hesabında her yılın kambiyo kar/zararı ayrı ayrı görülecek şekilde matrahla ilişkilendirilmeksizin bekletilecektir. Aynı kur farkı, ilgili dövizli cari hesabın alt hesabında da detaylıca izlenebilir.
Tahsilat yapıldıkça veya “en geç TCMB İhracat Genelgesinde belirtilen tarih itibariyle” kur farkları kesin olarak ticari kazanca veya kurum kazancına dahil edilecektir. Mükellefler bu kur farklarını detaylı şekilde de kayıtlarda izleyebilirler.
Sonradan yapılan ihracatlar da ise, tahsilat yapıldığında tahsil edilen döviz bakiyesine isabet eden ortalama net kur farkı karı/net kur farkı zararı hesaplanabilir, veya tahsilatın hangi dönem alacağından gerçekleştiğini mükellef serbestçe belirleyebilir. Hesaplama tekniği, belli kural ve ilkeler bir düzenleyici Tebliğ ile açıkça belirlenebilir.
Yapılacak olan bir Kanun değişikliği ile inanıyoruz ki pek çok ihracatçı/döviz kazandırıcı faaliyet sahibi mükellef uzun süre tahsil etmediği veya edemediği alacaklarına ilişkin olarak yıllarca fiktif karlar üzerinden tahakkuk eden vergilere bir “vergi erteleme” imkanı ile rahat nefes alacaklardır.
Bazı durumlarda, tahsil edilme olanağı olmayan, olamayacak bazı alacaklarda ise durum daha da vahim olup, sürekli olarak kur farkı kaynaklı vergi ödenmektedir.
Bu nedenle, ihracatçılarımızın bu temel sorununu çözmenin uluslararası dünyada yerel parası sürekli eriyen bir ülkedeki ihracatçılar için daha adil, rekabet edilebilir bir ortam yaratacağı kesindir.
Ali Çakmakçı