Hisse piyasası ve tarihi gerekçelerle Trump’ın tarifelerini anlamak

ABD Başkanı Trump’ın karşılıklı tarifeleri dünya gündemine bomba gibi düştüğünden bu yana tartışmaların da ardı arkası kesilmiyor. Globalistler, tavırlarını her zamanki gibi kural bazlı dünya dinamiklerinden alarak, ABD’deki sokak gösterilerini ve hisse piyasasının üç günde 6 trilyon dolardan fazla kaybına işaret ederken; benim de dahil olduğum belli bir kesimse bu görünümün çılgın bir başkanın marjinal tavrından çok neoliberalizmin çöküşünden kaynaklı bir döngüsel krizden çıkış reçetesi olduğu görüşünde…

Başkan Trump, şimdilik piyasa kayıpları ve bir iki zengin destekçisinin muhalefetiyle karşı karşıya kalmış durumda ancak seçim propagandasının özünü teşkil eden tarifelerden cayıp, caymayacağı ise merak konusu olmaya devam ediyor.

Diğer taraftan piyasa, en azından artık her şey değildir ve bu yazıyı kaleme aldığım saatlerde ABD borsasının en meşhur endeksi S&P 500’ün açılışta yüzde 3,3 yükseldiği (ayı piyasasına girdiği söylenen Nasdaq ise yüzde 3,7 artışla açıldı) ve dayanak noktasının da Beyaz Saray’ın vergilerin azaltılması konusunda pazarlık pardon müzakerelere açık olduğunun sinyalini vermesiymiş…J

Diğer taraftan 9 Nisan, ABD’nin yüzde 10 üzerindeki tarifelerinin devreye gireceği tarih olması nedeniyle Bill Ackman gibi Trump destekçisi milyarderler tarafından ABD’nin nükleer ekonomi savaşının başladığı gün olarak, anılmaya başlamıştı ki yine bir son dakika haberine baktığımda ABD Ticaret Temsilcisi Jamieson Greer’in  ABD’nin yabancı ülkelerle müzakerelere başlamasına rağmen, tarifelerin yürürlüğe gireceğini açıkladığı haberini alıyoruz.

Yukarıda da ifade ettiğim gibi piyasa (özellikle de hisse piyasası) her şey demek değildir ve makro verilerle arasında güçlü bir istatistiksel bağ olduğuna ilişkin teoriler çoğunlukla çöpe gitmek zorunda kalmıştır. Hisse piyasaları, aynı zamanda bazı değişim ve dönüşümleri anlamada öncül bir sinyal etkisi yaratma konusunda kusursuz bir veri olurken, nedensellik etkisi makro verilerden (burada dünya ticareti) hisse piyasasına doğru tek yönlüdür.

Bu nedensellikle Trump’ın seçim kampanyasında da savunduğu tarifeler, piyasacıların hoşuna gitmiyor!

Aşağıdaki grafikte S&P 500 endeksini 1926’ya kadar uzanan son on iki aylık hisse başına kazanç (EPS) değeriyle karşılaştırıyor (Macrotrends)

Globalizmin başladığı 90’lı yılların ortasından bu yana iskonto oranı hiçbir zaman yüzde 5’n üstüne çıkmamasına karşın, hisse başına kazancın 2008 finansal krizinden sonra hızla üç basamaklı oranlara yükseldiği görülmektedir. Bunun anlamı, serbest ticaretin ABD’de borsa balonları aracılığıyla gerçekleştiğidir.

Yine aynı grafikten bakıldığında endeksin ve hisse başına kazanç rasyosunun, 1995 kadar olmasa da ilk yükseliş trendini başlattığı tarihin 1975’lere denk geldiğini görürüz ki bu da çok bariz bir ekonomik sistem dönüşümüne, Keynesyen modelden parasalcı (monetarist) döngüye girişin başlangıç yıllarıdır.

Daha net bir ifadeyle ekonomide merkez bankalarının öncü işleve sahip olduğu dönemdir. 1973 petrol krizinden çıkışa Hayek ve Friedman’lı parasalcı, epistomolojik gerekçeler ve devlet otoritesinin yeniden gözden geçirilmesi…

Özetle hisse piyasalarının şahlanışı ancak parasalcı (neoliberal) ve globalist ekonomilerle mümkün olmuştur.  1945 öncesi dönemse hisse piyasalarının pırıltısından ziyade daha çok Büyük Buhran’la gelen kaosu vardır denilebilir.

Batı ve dışındakiler için globalizm ne anlama geliyor?

Globalist ABD’lilerin hisse piyasası üzerinden panik yaratmalarının ardında tasarruflarının (emeklilik fonları vs) katlanarak artmasının yanı sıra, dünyanın diğer bölgelerinde kan ter ve gözyaşıyla üretilen lüks malları ucuza edinebilme lüksü yatmaktadır. Globalist Avrupalıların ise onlarca yıldır sanıldığından az üreterek, yarattıkları devasa dış ticaret fazlasını yine emeklilerine sosyal haklar olarak verebilme lükslerinden ve elbette kendi refahlarından kaygıları vardır.

Oysa dünyanın geri kalan bölümünde tasarrufları katlanarak artan ve lüks mallara erişebilen ya da sosyal haklardan refah sağlayabilen insan sayısı küçük azınlıklar halinde olup, dünyanın geri kalanı Batının daha refah yaşayabilmesi adına daha çok ve sağlıksız koşullarda çalışarak, değer kaybeden milli paraları eşliğinde daha çok bedel ödemek zorunda kalmıştır. (Bakınız Türkiye Ekonomisi)

ABD’de korumacılık ve serbest ticaretin tarihçesi

Yukarıda ABD borsası üzerinden etkilerini incelediğimiz, liberalleşme ve sonrasında küreselleşme hareketi ABD tarafından başlatılmış ve en büyük müttefiki Avrupa olmak üzere dünyanın önemli bir bölümüne angaje edilmiştir.

Çoğu yorumcu küreselleşme hareketinin başlamasının esasında 1929 buhranının daha çok şiddetlenmesi ve ardından gelen II. Dünya Savaşı’nın bir nedeni olarak gördüğü Smoot-Hawley tarifelerine dayandırmakta ve günümüzdeki Trump tarifelerinin de bu nedenle bir kaosa neden olacağını ifade etmektedir.

Oysa Smoot-Hawley gümrük tarifeleri o dönemde ortaya çıkmış bir sonuç olup, asıl nedense I. Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan üretimsizlik ve bilhassa tarım ürünlerinin önemli ölçüde ithalata dayalı oluşudur.

O dönemle şimdiki dönem arasında tespit ettiğim bazı gerekçeler: 1930’larda…

  • Wall Street’de işlem gören firmaların birleşmeye giderek, tekeller oluşması,
  • Üretimsizlik (görece tarım alanında)
  • ABD’nin savaş sonrası Avrupa’ya önemli ölçüde borç vermiş oluşu ve tahsil etmeye uğraşması,
  • Almanya’nın I. Dünya Savaşı suçlusu olarak görülerek, Versay Anlaşması’yla adeta ekonomisinin çökertilmesi ve borçlarını ödeyememesi.

Şimdilerde…

  • ABD’de savunma sanayi dışında üretimin bulunmaması,
  • Ekonomide ağırlıklı hizmet sektörünün var oluşu ve büyük dış ticaret açıkları vermesi
  • Borsada teknoloji tekellerinin büyük ağırlık oluşturması ve aşırı değerlemeler
  • Sonsuza doğru genişleyen merkez bankası bilançosu ve devasa kamu borcu
  • Avrupa başta olmak üzere pek çok NATO ülkesini savunma alanında ABD’nin fonlaması
  • Çin’in teknoloji devrimi yaparak ABD’ye tehdit oluşturması
  • Çin’in ekstra üretim gücü ve tedarik stratejisi geliştirmesi

Tekelleşme ve üretimsizlik bir ekonomide en bariz risklerden olduğu gibi globalizmin önemli varsayımlarından birinin (David Ricardo’nun emek değer teorisini kullanarak ki meali bizim Merter’de büyük markalara fason üretim yapmak olarak verilebilir) Çin’in teknoloji devrimiyle rafa kalkması, muhakkak ki küreselleşme hikayesinin son bulmasını beraberinde getirdi.

Bundan böyle bir Üçüncü Dünya Savaşı çıkar mı? Bilinmez ve fakat her zaman savunduğum milli üretimin önemi tüm ülkeler nezdinde daha çok öne çıkacaktır ona eminim…

Nazlı Sarp

@ParaBorsaNet'i Twitter'da Takip Et!

ÖNEMLİ HABERLER VE GÜNCEL PİYASA YORUMLARINI KAÇIRMAMAK İÇİN BURAYA TIKLAYARAK HEMEN TWITTER'DA BİZİ TAKİP EDİN!