Faiz mi enflasyonu doğurur, enflasyon mu faizi? Yıllardır konuşulan, son 6 ayda ise gündemi daha çok meşgul eden bu konuyu, bir de ben ele alayım ve ardından piyasaların en çok neyi sevmediğini detaylandırayım istedim.
Faiz oranına yön veren bileşenler arasında en önemli kalemin “beklenen enflasyon” olduğunu söyleyebiliriz. Dolayısıyla faiz oranını belirlerken, beklenen enflasyona, risk primleri, likitide primleri, vade primleri ve reel risksiz faiz oranını ekleyerek faiz oranını belirleriz. Sonuçta bu formüldeki en önemli kısım beklenen enflasyon oranıdır. Çünkü paranın alım gücü enflasyon ile bağlantılıdır ve oluşan ya da oluşacak enflasyon nedeniyle paranın alım gücü düşeceğinden dolayı, fark faiz oranına yansıtılır. Netice itibariyle faiz bir sebep değil bir sonuçtur. Bizim gibi yabancı para kur riskini taşıyan ülkeler için enflasyonun, dolayısıyla faizin en önemli sebebi ise döviz kurunun yüksekliğidir. Üretimde girdi maliyetlerimizin büyük bir kısmı dövize dayalı oluşmakta, kurlar yükseldiğinde maliyetler artmakta ve bu da enflasyon artışına neden olmaktadır.
Ortodoks iktisat politikasına göre faiz, enflasyon hedefine ulaşmakta önemli bir enstrümandır. Yüksek faiz politikası Türkiye’de Özal hükümeti ile gündeme gelmiş ve izleyen yirmi yılda özellikle sıcak parayı ülkeye çekebilmek ve tasarruflar yolu ile büyümeyi arttırmak adeta bir Türkiye ekolu oluşturmuştur.
Ancak uzun yıllar yürütülen bu politika belli bir zaman sonra uzun vadeli yatırımları ve dolayısı ile hızlı kalkınmaya engel görülmüştür.
Kapitalist ekonomideki bir diğer önemli ekol ise Keynesyen İktisat teorisine dayanır. Bu teoride ise John Maynard Keynes, büyük buhran zamanında düşük faiz ve devlet yatırımları ile ekonomiyi canlandırmayı düşünmüştür.
Türkiye’de geçmişte enflasyonu düşürebilmek, beklentiyi yükseltmekle mümkün olmuştur.
Günümüze baktığımızda ise son yaşanan gelişmeler ile bu konuda belli ve net bir fikir birliğine ulaşma çabasının , iyi niyetli de olsa , 20 ayda dört MB başkanı ve iki farklı bakış açısı ile ne yazık ki ekonominin hiç sevmediği bir belirsizlik ortamı yarattığını görmekteyiz.
200 baz puanlık artış, Amerikalıların tabiri ile bir “şahin eylemi”
Gelelim TCMB eski başkanı Sayın Naci Ağbal’ın göreve başlamasıyla birlikte uygulamaya koyduğu politikaya. Ağbal, uyguladığı sıkı para politikası ile enflasyonun sebep, faizin ise bir sonuç olduğunu, yüksek faiz ile kurları ve dolayısıyla enflasyonu düşürebileceğini öngörmüştür. Geçen hafta gerçekleştirilen toplantıda aldığı 200 baz puanlık faiz artış k,ararı ise Amerikalıların tabiri ile net bir “şahin eylemi” gibi görülmüştür. Yani Naci Ağbal, “önden yüklemeli” olarak tabir edebileceğimiz, piyasanın ortalama beklentisinin de üzerinde bir faiz artışı yapmıştı. Bu şahin bakışın gerekçesi de yine enflasyon ile uzun vadede mücadeleyi sağlayacak bir dizi talep hareketini kısıtlamaya yönelik olarak açıklandı. Yaptığı bu artış ile cephane toplamaya hazırdı. Bu gerekçeler piyasada karşılığını buldu ve piyasanın kur tarafı gayet pozitif bir cevapla bu harekete karşılık vermiş oldu. Kurlar gevşedi…
Peki sonra…
Ardından gelen TCMB Başkan değişikliği kararı ile gevşeyen kurlar yeniden hareketlendi ve ibresini tekrar yukarı yönlü olarak değiştirdi. Borsa 22 Mart Pazartesi günü 2 kere devre kesti. Borsanın devre kesmesini, tek başına TCMB Başkan değişikliği ile açıklamak haksızlık olur kanımca. Çünkü borsadaki olumsuz hava başkan değişikliği öncesinde oluşmuştu. Politika faizinin beklentilerin üzerinde artırmasının ardından borsada banka hisselerinin öncülüğünde görülen ralli, karar gününün ertesinde yerini düşüşe bırakmış ve BIST 100 endeksi yüzde 1,41 düşüşle 1.528 puandan günü tamamlamıştı. Satışların büyük bir kısmı da banka hisselerin de yaşanmıştı.
Ne güvercin uçuşu, ne de şahin bakışı…
Dolayısıyla borsada risk iştahının düşüklüğünü kısa vadede küresel finans piyasalarına uygun bir biçimde açıklayabiliriz. Zira ABD’nin güvercin bakışı bile enflasyon endişelerinin önüne geçememiş oldu ve riskli varlıklardan çıkışı beraberinde getirdi.
ABD’de olagelen davranış biçimi aslında modern ekonominin dinamiklerini çok açık biçimde gözler önüne seriyor. Demek ki ne güvercinin özgür uçuşu ne de şahinin sert bakışı artık davranışları belirlemede tek etken değil.
Kıssadan hisse; demek ki ya sadece para politikası ya da hedefler, gerçekten hedeflere ulaşmakta tek yol olmuyor.
Uzun vadede kartal gibi yüksekten uçmalı
O halde ülkemize dönersek, her zaman söylediğimiz gibi faiz artışı ile gelen şahin duruşumuz kısa vadede doğru bir hamle. Ancak uzun vadede kartal gibi yüksekten uçmak istiyorsak; ekonomi reformunda da sözü edilen yapısal değişikliklere tek yürek halinde gitmek zorundayız.
Üstelik bu yolda ekonomi ile beraber, iç ve dış politika da çok ciddi önem taşımakta. Bir yanda ABD ile iyice gerilen Rusya, diğer yanda Brexit’ten sonra kendisine yeniden güçlü bir stratejik ortak arayan İngiltere, Paris iklim anlaşmasını imzalayarak üretim modellerini tamamen yeşile duyarlı hale getiren Avrupa ve son zamanlarda Uygur Türkleri’ne yapılanlar nedeni ile çok stratejik ticari yaptırımlar alan Çin… Tüm bu ülkeler yeni dünya düzenini şekillendirebilecek çeşitli stratejiler yığınını oluşturmakta iken bizim halen “Faiz mi enflasyonun sebebi, enflasyon mu faizin?” sorusu ile gündem oluşturmamız ne kadar doğru?
Burcu Kösem