Ülkemizde ve dünyada son yıllarda arz kaynaklı olarak başlayan enflasyon, beklentiler kanalıyla talep kaynaklı bir enflasyona da dönüşmüş ve bunun neticesinde sabit gelirli geniş halk kitlelerinin önemli düzeyde refah kaybına neden olmuştur.
Geçtiğimiz hafta hem içeride hem de dışarıda, iki önemli merkez bankasının kararını takip ettik. Ülkemizde her ne kadar para politikasının istikrarlı gidişinden ötürü beklentiler 250 bp’lık bir artış etrafında şekillenmiş olsa da; TCMB başkanının ailesi üzerinden ortaya atılan iddialar nedeniyle karar, yine de odak noktasını oluşturdu.
TCMB kararı öncesinde, yapılan araştırmalar, Sayın Erkan hakkında ortaya atılan bu iddiaları boşa çıkarmış olacak ki; Sayın Cumhurbaşkanı üstü kapalı bir biçimde “Akla ziyan dedikodularla ekonomide binbir güçlükle temin ettiğimiz güven ve istikrar iklimini bozacak kampanyalar başlatıyorlar.
Dedikodular üzerinden bir bardak suda fırtına koparmaya çalışan fitne tüccarlarını kesinlikle umursamıyoruz” ifadesini kullanarak, merkez bankasına olan tam desteğini ortaya koymuş oldu. Ardından Perşembe günü, tam da beklentilere paralel olarak gelen PPK kararında ise iki önemli nokta karşımıza çıktı: İlki bir önceki toplantıda da sinyali verilen sıkılaşmada sona gelindiği yani yüzde 45 politika faizinde bir müddet park edileceği, diğeri ise miktarsal sıkılaşma adımlarına devam edileceğiydi.
Bu iki konuyu irdeleyecek olursam;
Politika faizi seviyesi olan yüzde 45’e 6 ay gibi kısa bir sürede, üstelikte yüzde 8,5 gibi enflasyonun oldukça altında bir seviyeden gelindiği düşünülecek olursa, para politikasında çok hızlı ve yoğun bir sıkılaşma olduğu görülüyor.
Yazının devamı için TIKLAYINIZ!