Litvanya’nın başkenti Vilnius’da gerçekleşen son NATO Zirvesi bir kez daha gösterdi ki, ittifak içindeki bazı üye ülkelerle yaşanan görüş ayrılıklarından hareketle, “NATO’nun beyin ölümü gerçekleşti” şeklinde sözler ifade etmek hayli erkenmiş ve hayli iddialıymış. Çünkü, başta NATO’nun kurucu ve ilk üyeliğe dahil olmuş ülkeleri, 21. Yüzyıl’ın başlamasıyla birlikte, NATO üyesi ülkelerin karşı karşıya kaldıkları ve kalacakları ‘güvenlik tehditleri’nin bölgeleri ile sınırlı olmadığını, dünyanın her noktasından ‘yeni nesil’ tehditlerle karşı karşıya kalabildiklerini ve kalabileceklerini birebir yaşayınca, NATO’nun güvenlik ve savunma müdahale alanı da ‘küresel’ ölçekte genişletilmişti. Bugün, sadece ‘konvansiyonel’ veya ‘nükleer’ boyutta değil, aynı zamanda ‘küresel’ ölçekte ‘biyolojik ve kimyasal’, ‘siber’ tehditlere karşı da küresel tedbirlerin kaçınılmaz olduğu bir dünyada yaşıyoruz.
Bunun yanı sıra, ‘küresel iklim değişikliği’ gibi tehditlerin sebep olduğu insanlık trajedilerinin, aşırı yoksulluk, temiz su kaynakları ve gıda yokluğunun getirdiği umutsuzluğa dayalı olarak veya ülkesinde ve bölgesinde onlarca yıldan bu yana süregelen iç savaş, kargaşa, çatışma ve huzursuzluktan kaçmak için, 5 kıtada yerinden, yurdundan ayrılmak zorunda kalmış insan sayısının 108.4 milyona ulaştığı bir dünyada, NATO’nun operasyon görevinin, üye ülkelerin güvenliğine yönelik misyonunun ‘bölgesel’ bir sınırlamaya tabi tutulmasının mümkün olmadığının, NATO’nun operasyon gücünün artık ‘küresel’ olması gerektiğinin bilincindeyiz. Bu nedenle, Japonya, Avustralya, Güney Kore ve Yeni Zelanda’nın da güçlü müttefik ve yakın dost ülkeler olarak yer aldıkları son NATO Zirvesi’nde, İttifak’ın ‘küresel’ ölçekte bir güvenlik stratejisi oluşturması, buna yönelik olarak da, NATO üyesi ülkelerin askeri varlık ve kabiliyetlerinin aralıksız güçlendirilmesi gerektiği bir kez daha teyit edildi.
Yazının devamı için TIKLAYINIZ!