2. Dünya Savaşı sonrası dönem, milyonlarca insanın yaşamını yitirdiği, dünyanın pek çok noktasında yerleşim alanlarının yok olduğu bir vahşet tablosu sonrasında, devletlerin ve toplumların bu dehşet verici ortamdan ders çıkardıkları bir dönemi temsil eder. Öyle ki, savaşın kazanan taraflarının dahi, ‘güçlü’ olsalar da, ‘tefekkür’ ettikleri, iki dünya savaşının çıkışında ülkelerin ‘kibirli’ ve ‘saldırgan’ tutumunun ne kadar ağır bir insanlık trajedisine sebep olduğunun idrak edildiği bir dönemdir. Sadece ‘tefekkür’ değil, ‘tevekkül’ün de elden bırakılmadığı bir dönemdir. Dünyanın kalkınmaya, yerleşim bölgelerini yeniden ayağa kaldırmaya, vahşet tablosunun izlerini silmeye çaba sarf ettiği bir dönemdir.
Bu nedenle, 1990’lı yılların başlarında Soğuk Savaş da sona erdiğinde, ‘iki kutuplu’ bir dünyanın gerginliklerinin geride bırakılmasıyla, kalkınma, ekonomik ve ticari işbirliğinin yanı sıra, ülkelerin birbirlerine yatırım yapma iştahının canlandığı, uluslararası sermaye hareketlerinin yoğunluk kazandığı bir dönem de hız kazanır. 1954 ile 1980 arası, 26 yılda Türkiye’ye gelen doğrudan yabancı sermaye yatırımı 100 milyon dolarlar düzeyindeyken, 1980 ile 2006 arası, bir sonraki 26 yılda gelen doğrudan yabancı sermaye yatırımı 54 milyar dolar düzeyindedir. Keza, 1980’de ülkeler arası doğrudan yabancı sermaye yatırımı hacmi sadece 250 milyar dolar düzeyindeyken, 2006-2008 döneminde 3 trilyon dolara dahi ulaştığına şahit olduk.
Yazının devamı için TIKLAYINIZ!