Covid-19 virüsünün ekonomik yaşamda yarattığı en ciddi tehdidin gelir – harcama zincirinin kopması ve bunun sonucunda üretimin durması olduğunu görüyoruz. Bu zincirin kopmasının ne demek olduğunu bir örnekle anlatmaya çalışayım: Geceleri 300 kişi ağırlayan ve 50 kişi çalıştıran bir restoran düşünün. Bu restoran Covid-19 nedeniyle kapandığında neler olur? İlk ay büyük olasılıkla çalışanlarını işten çıkarmaz, ücretlerini verir, kirayı da öder. Ama kapalı olduğu için mal alımını durdurur. Bu restorana et, balık, sebze, salata malzemesi, meyve, ekmek, yağ, peynir, içki, alkolsüz içecek, su, çay, kahve, tatlı malzemesi, temizlik malzemesi satanlar satamaz olurlar. Restoranın elektrik, doğalgaz gibi tüketimi düşer. İkinci ay da kapalı kalırsa büyük olasılıkla çalışanlarının yarısını işten çıkarır. İşsiz kalan 25 kişinin harcamaları düşer. Talep o kadar azalır. Onun dışında ilk ay olanlar aynen tekrarlanır, kira ödenemeyebilir. Restoran üçüncü ay da kapalı kalırsa kalan 25 çalışanı da işten çıkarır. Talepte 25 kişinin daha az harcamasının yarattığı düşüş olur. Onun dışındakilerde ikinci ay olanlar aynen tekrarlanır. Bu kez restoran sahibi de birikimlerinin sonuna yaklaşınca onun da harcaması düşer. Bu süre uzarsa büyük olasılıkla restoranın geri dönüşü, yeniden açılması imkânı da kaybolur. Sonuçta bu işletme ekonomiden çekilmiş olur. Çekilen sadece o olmaz. Eğer yerine aynı çapta bir başkası açılmazsa bu restoranın yarattığı yukarıda değinilen ekonomi de yok olur. Çünkü ekonomide birinin harcaması bir başkasının geliri, onun harcaması da bir başkasının geliridir.
Buraya basitleştirmek amacıyla bir restoranı ele alarak açıkladığım örnek olayı ülke çapında binlerce restoran, kafe, mağaza, dükkân, AVM için düşünün. Bütün o iş yerlerine mal satanların mallarını satamadığını, satışlar düştüğü için onların da önce çalışanlarını işten çıkarmaya başladığını sonra da işlerini tasfiyeye girdiğini düşünün. İşte gelir – harcama zincirinin kopması böyle bir şeydir. Bu sorun bir ayda çözülürse söz konusu iş yerleri arasında az sayıda batış olur. Sorunun çözülmesi iki aya yayılırsa batan sayısı artar. Süre daha da uzarsa iş yerlerinin önemli bir bölümünü kaybederiz.
Bu aşamada olayın çözümü için devletin gelirini kaybedenlere vergi gelirlerini ve diğer gelirlerini kullanarak gelir enjeksiyonu yapması gerekir. Eğer bütçe açık veriyorsa o zaman borçlanmaya gidilir. Eğer borçlanma imkânı yoksa o zaman merkez bankasının yedek akçesi kullanılır. Eğer o da kullanılmışsa o zaman para basılır. Bir yandan da döviz ihtiyacını karşılamak için bu dönemde dış borçlanma zor olacağına göre IMF’den hızlı kredi desteği istenir. Bu destekler sağlanarak kapalı kaldığı için çalışanlarını çıkarmak aşamasına gelen iş yerlerinde bu çalışanların ücretleri devletçe ödenmek suretiyle işten çıkarılmaları önlenebilir. Söz konusu iş yerlerinin doğal gaz, su, elektrik, kira, emlak vergisi, sigorta gibi sabit giderleri devletçe ödenerek bu iş yerlerinin kapanmaları önlenebilir. Tarım kesiminde çiftçilerin bütün kredi borçlarından bu döneme isabet edenler devletçe üstlenilir ve çiftçiye üretime devam etmesi için ek maddi destek verilir. Bunlar yapılmazsa üretim elden gider, devlet de vergi toplayamaz duruma düşer. Bazıları bu tür desteklere değinirken yalnızca çalışanlardan söz ediyor ve iş verene değinmiyor. Oysa yukarıdaki restoran örneğinde olduğu gibi o iş yerleri olmazsa çalışanların çalışacağı ve gelir elde edeceği yer olmaz. O nedenle desteğin iki taraflı olması çok önemli.
Alman toplumunun en büyük ekonomik travması, Birinci Dünya Savaşından sonra para basarak yaşadıkları hiper enflasyondur. Almanya, bugün bu krizden çıkabilmek için bağlı oldukları Avrupa Merkez Bankasının trilyonlarca Euro basmasını destekliyorsa oturup iki kez düşünmek gerekir.