2011’de Yaptığım Analiz
29 Eylül 2011 tarihli Radikal Gazetesinde yazdığım ‘Krizin Üçüncü Aşaması’ başlıklı yazım, krizin üç aşamalı olabileceği yolunda yapılmış ilk analizdir. Bu yazımı burada sizlerle bir kez daha paylaşıyorum.
“İlk aşaması ABD’yi, ikinci aşaması AB’yi etkileyen krizin üçüncü aşaması, gelişme yolundaki ekonomileri etkileyecek. İlk aşaması ABD’yi, ikinci aşaması AB’yi ağır biçimde etkileyen küresel krizin üçüncü aşamada gelişme yolundaki ekonomileri etkisi altına alacağını ve asıl krizin o zaman ortaya çıkacağını tahmin ettiğimi daha önce yazmıştım. ABD ve AB’nin krize girmesinden bir ölçüde etkilenmiş olsalar da gelişme yolundaki ekonomiler bugüne kadar krizi bir şekilde kendilerinden uzak tutmayı başardılar. Sanırım artık bu aşamada bu pek mümkün olmayacak…
Şu sıralarda içine girdiğimiz dönemde dünya büyümesinde ciddi bir düşüş yaşanması bekleniyor ve bunun etkisiyle bu tür hammaddelere olan talep düşüyor. Bu durum, bu tür hammaddeleri üretip satan ekonomilerin yavaş bir seyirle de olsa sıkıntı içine girebileceğini gösteriyor. Yükselen piyasa ekonomilerinin bazıları ise hammadde satıcısı değil. Bunlar tıpkı gelişmiş ekonomiler gibi sanayi ürünleri ya da gelişme yolundaki diğer ekonomiler gibi tarım ürünleri satarak döviz geliri elde ediyorlar. Bir bölümünde turizm gelirleri de ağırlıklı yer tutuyor. Türkiye bu kategoride hem sanayi ürünleri ihraç eden hem de turizm gelirleri önemli miktarlara ulaşmış olan bir yükselen piyasa ekonomisi…
IMF ve Dünya Bankası genel kurul toplantıları sırasındaki gelişmelere bakılırsa gelişmiş ekonomiler henüz sorunun nasıl çözüleceği konusunda, eylem birliği bir yana, düşünce birliği oluşturmaktan bile uzak görünüyorlar. Çok açık olarak görülüyor ki küresel sistemin bugünkü temel sorunu, ortak eylemi organize edecek bir liderin olmaması.”
Bugünkü Görünüm
Geldiğimiz aşamada durum bu söylediğim çerçevede gelişmiş görünüyor. Lider sorunu o gün yazdığımdan daha vahim bir görünüm içinde bulunuyor. ABD Başkanı Trump, kapitalist sistemin liderliğine soyunmuş olan ABD’nin bu liderliği yapmasının önünde ciddi bir engel oluşturuyor. Aldığı kararlar, yaptığı açıklamalarla Kuzey Kore liderinden pek de farklı bir görünüm içinde değil. ABD Başkanlarının, özellikle uluslararası ilişkilerde, en önemli danışmanları geçmişte hep İngiltere Başbakanları olmuştur. İngiltere Başbakanı Johnson’un ise Trump’a akıl verecek hali var mı bilmiyorum.
Trump’ın, ABD’nin başta Çin olmak üzere büyük dış ticaret açığı verdiği ülkelere karşı bir ticaret savaşı başlatması aslında bir noktaya kadar ülkesinin çıkarınadır. Bir noktaya kadar ifadesinden kastettiğim konu ABD’nin üretim maliyetleri meselesidir. Çünkü Çin, ABD’nin üretim maliyetlerinin düşmesini sağlayan hammadde ve diğer girdilerin de satıcısı konumundadır. Bu savaşı dozunda tutmak mümkün olursa dünya ticaretine de fazla zarar vermeden bir dengeye ulaştırmak da mümkündür. Ne var ki Trump bu adımları atarken iki önemli hata yapmıştır: (1) Dozu kaçırmıştır. (2) Zamanlamayı yanlış yapmıştır. Trump, Çin’le uğraşırken sadece Çin Yuanı’nın düşük değerde tutulmaması konusuna eğilip onu sağlamaya çalışsa amacına ulaşır ve başkalarına fazlaca zarar vermemiş olurdu. Ama bunu yapmak yerine ayrıntılara girdi ve yaygın engellemelere başvurdu. Bunun da ABD – Çin ticareti yanında birçok ülkeyle ticarete etkisi oldu. (2) Trump, bu adımları hızla atarken ABD’nin küresel krizden çıktığını düşündü. Oysa ABD’de işlerin iyiye gitmesi yeterli değildi. Avrupa ve uzak doğuda işlerin kötüye gitmesi dönüp dolaşıp ABD ekonomisini de vurabilirdi. Öyle de oldu. Trump, ticaret savaşlarıyla Çin’in daha da sıkıntıya girmesine yol açtı.
Dünya ticaret hacminin büyümesi ile dünya ekonomisinin büyümesi arasındaki ilişkinin korelasyon katsayısı 0,97. Yani neredeyse bire bir ilişki var. Son üç yılda bu iki değişken şöyle hareket etmiş:
2017 | 2018 | 2019 | |
Büyüme | 3,8 | 3,6 | 3,0 |
Ticaret Hacmi Artışı | 5,7 | 3,6 | 1,1 |
Görüleceği gibi ABD ile Çin arasındaki ticaret savaşının en üst noktaya çıktığı 2019 yılında ticaret hacmi hızla düşmüş ve ekonomik büyümeyi de peşinden sürüklemiş.
Sıkıntı Çin’le kalmayacak gibi görünüyor. ABD’nin geçen yıla göre sıkıntılı görünümü, Avrupa’nın bir türlü toparlanamaması, uzak doğuda yaşanan durgunluk işaretleri ve gelişme yolundaki ekonomilerin de bu gelişmelere ayak uydurarak yavaşlaması küresel krizi 3 Haziran 2015 tarihinde bu blogda yayımladığım “Kapitalizmin Sonu mu Geliyor?” yazımdaki aşamaya sürükleyebilir:
“ABD ve Avrupa, küresel ekonominin yaklaşık beşte ikisi büyüklüğünü oluşturuyorlar. İkisi aynı anda krize girmiş olsaydı neden oldukları krizin büyüklüğü küresel sistemde çok daha büyük bir depreme yol açacaktı. Öyle olmadı. ABD toparlanmaya geçtiğinde Avrupa krizi başladı. Dolayısıyla küresel sistemde etkiler beşte bir ile sınırlı kaldı. Buna karşılık gelişme yolundaki ekonomiler küresel ekonomide, sistemin yarısı dolayında bir ağırlığa sahip bulunuyorlar. Dolayısıyla bunlarda çıkacak bir kriz ABD ve Avrupa’nın yaratabileceği krizin toplamından çok daha ağır hasarlar yaratabilir ve bu çapta bir kriz dönüp yeniden ABD ve Avrupa krizi yaratarak kriz döngüsünü yeniden başlatabilir.
Aşağıdaki şema küresel krizin döngüsel bir görünüm alması halinde ortaya çıkacak durumu gösteriyor.
Eğer gidişat şemada gösterdiğim gibi olur ve gelişmekte olan ekonomilere sıçrayacağını düşündüğüm küresel kriz o aşamada durdurulamazsa bu kez en başa dönerek krizi en baştan tetikleyecek konuma gelebilir. Ve eğer bu tür bir gelişme yaşanırsa tarihte ilk kez bir krizin ‘kriz kısır döngüsü’ yaratarak sürgit devam ettiğini görebiliriz.
Kapitalizm, ekonomik sistemler içinde en esnek, en uyumlu olanıdır. Öylesine uyumludur ki kriz halinde dönüp sosyalizmin yöntemlerini bile sisteme monte edebilmektedir. Bugüne kadar irili ufaklı bütün krizleri bu esnek ve uyumlu yapısı sayesinde atlatmayı başardı. Ama unutmamak gerekir ki önceki krizlerin hiçbiri küresel kriz değildi…Büyüdükçe, yaygınlaştıkça esnekliğini kaybeden kapitalizm ilk kez çökme olasılığına yakın bir görünüm içinde bulunuyor.”