Bilimde mucizelere yer yoktur, dolayısıyla sihirli değnekler de yoktur. O nedenle merkez bankaları faizle ilgili ve özellikle de düşüş yönünde karar almadan önce enflasyonun gidişini ve elindeki araçları kullanıp kullanamayacağını iyice tartmalı ve ona göre karar vermelidir.
Ekonomi bir bilimdir ve bütün bilimlerde olduğu gibi tezleri, teorileri, yasaları hep neden-sonuç ilişkilerine dayanmak zorundadır. Aksi takdirde tezleri, teorileri ve yasaları yanlış olur, yanlış sonuçlara götürür. Bilimde bir sonuca ulaşmak için sonuçtan değil nedenden yola çıkılır. Mesela ekonomide enflasyonist baskılar ortaya çıkmışsa bu bir sonuçtur. Bu sonuca nasıl gelindiğini aramak için nedenleri araştırmak gerekir. Bu arama yolculuğunda sorulacak soruların başlıcalarını şöylece sıralayabiliriz:
Ulusal paranın dış değeri düşüyor mu? İthal malların fiyatları kur nedeniyle artmanın dışında petrol, doğal gaz gibi ithal girdilerin fiyatlarındaki artışlardan etkileniyor mu? Borçlanmanın maliyeti (faizi) yükseliyor mu? Ülke riski (CDS primi) yükseliyor mu? Ülkeye yatırım yapanların sayısında ve getirdikleri doğrudan yabancı sermaye miktarında azalma varsa bunun nedeni nedir? Yurt içinde fiyatların artmasının nedeni üretimde sıkıntı olması mı yoksa talep fazlalığı mı? Para arzı hızlı artarak talep artışına mı yol açıyor?
Bu sorulara vereceğimiz yanıtlar bize enflasyonun nedenlerini gösterir. Şimdi bunlara Türkiye açısından bakalım: Ulusal paranın dış değeri düşüyor. İthal malların fiyatları zaman zaman dış fiyatlardaki artışlar nedeniyle yükseliyor ama asıl neden TL’nin iç değer kaybı (enflasyon.) Borçlanmanın maliyeti (faizi) yükseliyor çünkü ülke riski (CDS) yüksek. Zaman zaman düşüşler olsa da genel eğilim yükselme yönünde. Ülkeye yatırım yapanlarda düşüş var bunun en önemli nedeni CDS priminin yüksekliği. Esasen CDS priminin yüksekliği kısa vadede ödenecek yüksek dış borç miktarını veya Merkez Bankasının swap hariç net rezervlerinin ciddi ölçüde eksi olmasının da yansımasını gösteriyor. Yurt içinde fiyatların artmasının üç nedeni var: İlki TL’nin risk primi nedeniyle dış değer kaybı ve dolayısıyla ithal girdilerin pahalanması, ikincisi üretimde, özellikle tarım ve hayvancılık üretiminde yaşanan sıkıntılar, üçüncüsü talepte, paradan kaçış sonucu oluşan aşırı şişkinlik.
Geldik başlıktaki soruya: Faiz artırılırsa bu sorunlar çözülür mü?
Türkiye ekonomisinde son iki yılda uygulanan ekonomi politikası, faiz politikasının yanlış uygulanması halinde ekonominin nasıl çöktüğünün tipik örneğidir. Enflasyonun yükseliş eğiliminde olduğu bir ortamda Merkez Bankası faizi düşürerek ve düşürmeye devam ederek tarihi bir yanlışa imza attı. Sonuçta ekonomi içinden çıkılmaz bir noktaya geldi ve şimdi faizi yeniden artırmak zorunluluğuyla karşı karşıya bulunuyor. Bu aşamada faizi artırarak sorunlar çözülebilir mi sorusuna verilecek yanıt şudur:
Faiz tek başına bütün ekonomik sistemi bozabilir ama tek başına bütün ekonomik sistemi düzeltemez.
Esasen Merkez Bankası politika faizi halen yüzde 8,5 olsa da bunun Merkez Bankası’ndan borçlanan bankalar dışında hiçbir anlamı yok. Çünkü piyasada mevduat faizleri yüzde 35 – 40’lara, kredi faizleri de 45 – 50’lere gelip dayanmış durumda. Gösterge faiz yüzde 15,8 (vadesine 2 yıl kalmış, üç veya altı ayda bir faiz ödemeli, piyasada en fazla işlem gören Devlet Tahvilinin faizi.) Bu durumda Merkez Bankası politika faizinin artırılmasının ne anlamı olabilir? Bu faiz yalnızca maddi bir ölçü birimi, bir gösterge anlamı taşımanın yanı sıra ekonomi yönetiminin ekonomi politikasına rasyonel yaklaşıp yaklaşmadığının, gidişatı yönlendirebilmek açısından önlem alıp alamayacağının da göstergesi olarak kabul ediliyor. O nedenle politika faizinde yapılacak bir artış doğru politikalara dönüşün göstergesi olarak kabul edilecek. Ne var ki geldiğimiz aşamada bu adım eğer yapısal reformlarla desteklenmezse fazla bir anlam taşımayacak. Hatta kısa süre sonra birçok olumsuzluk ortaya çıkınca faiz artırımına karşı çıkanlarca kendi tezlerine destek olarak kullanılabilir. Bunun olmaması için mutlaka bir programla birlikte yürürlüğe konulmalıdır.
Sağlam bir yapısal reform programıyla birlikte yapılacak bir faiz artışının kademeli yapılması akıllıca olur. Mesela yapısal reformlarla birlikte politika faizi 5 puan artırılıp, faiz artırımına enflasyon düşünceye kadar kademeli olarak devam edileceğinin açıklanması kanımca oldukça olumlu sonuçlar verir. Buna karşılık yapısal reformlarla desteklenmemiş ama 20 – 30 puanlık bir faiz artışının, gizlenmiş ekonomik krizi aniden ortaya çıkaracağını tahmin ediyorum. Böyle olursa yukarıda değindiğim faiz artırımının işe yaramadığı görüşü ortaya atılır ve inanılmayacak sayıda destekçi bulur.