Aydın Eroğlu – 25.07.2014
Enflasyon mu faizden, faiz mi enflasyondan doğar? Yıllardır bu sorunun cevabını bulmaya çalışıyoruz. Serdengeçti’den bu yana, gelen tüm MB başkanları, bu sorunun kendisine göre cevabı neyse, o yönde kararlar alarak sorunu çözmeye çalışıyorlar. Ama bırakın çözmeyi para politikası araçlarını kullanarak daha da çözülemez hale sokmuş bulunuyorlar!
Süreyya Serdengeçti, Durmuş Yılmaz her ikisi de dönemlerinde çok başarılı MB başkanları seçildiler. Madem öyle, o zaman biz neden halâ bu sorunla cebelleşiyoruz? Çünkü sadece para politikası araçları, açık piyasa işlemleri ile sorunun üzerine gidiliyor. Temele inen yok. Sorunu yapısal reformlarla çözeceğimiz yerde, kaynak sıkıntısını hızla çözmek için, yüksek faiz, düşük kur politikası illetine sarılmışız. 1994, 2001, 2006 yıllarında yaşanan finansal krizlerin sebebi budur.
Enflasyondan da, faizden de kalıcı olarak kurtulmanın yolunu çok uzatmadan kendimce söylemek istiyorum; Ü R E T İ M ! Evet yanlış duymadınız, enflasyon mu faizi doğurur, faiz mi enflasyonu sorusunun cevabını boş verin siz. Üretim her ikisini de bitirir. Üretimi başarmamız lazım. Arz fazlasını yaratabilmeliyiz. Ama strateji yazılarımda devamlı tekrarladığım şu an yaptığımız gibi fason üretimi değil, katma değer yaratan yüksek teknoloji üretimini başarmalıyız. Otomobil sanayini besleyen ara mal üretimini başarmalıyız. Üretim maliyetlerimizin içinde en önemli etkenlerden olan enerji üretimini başarmalıyız. Son enflasyon verimizin yüksek kalmasına neden olan gıda üretimini başarmalıyız.
Peki yüksek faiz politikaları ile bunu başarmamız mümkün mü? Yüksek faizin bir kaç yılda bir kurlar üzerinde yarattığı riskler varken, ama yerli, ama yabancı yatırımcının ben ülkenizde üretim yapmaya geliyorum demesi mümkün mü? Sakın bana otomobil üretiminde ihracat rekorları kırmıyor muyuz diye sormayın! Yapılan otomobil üretiminin hangi markaları bize ait? Aklınıza gelenlerin hepsi bize ait olmayan fason üretimlerdir. Peki ya, fason için bu kadar yatırım ve istihdam yapmışken, bir gün Ford veya Tofaş gözünüzün üstünde kaşınız var, sizin maliyetleriniz yükseldi, siz jeopolitik risklerin çok ciddi olacağı bir sürece giriyorsunuz gibi gerekçelerle, yeni model üretimini size vermiyorum dese ne olur? İhracat rekorları kırıyoruz dediğiniz üretimleri yapabilir misiniz? Kaldı ki, hemen söyleyeyim; otomobil sektöründe ara mal ithalatı nedeniyle, nette ithalatçı durumundayız. Ya da belki başa başı kurtarır durumda olabiliriz.
Yıllardır uygulanan yüksek faiz, düşük kur politikaları nedeniyle ortaya çıkan cari açık sorunuyla boğuşuyoruz. ”Değerli TL. onurumuzdur!” denen günlerdeki strateji yazılarım yerinde duruyor. Yüksek katma değerli, yüksek teknolojili yerli üretim arzını arttıramadan değerli TL sevdasına kapılmanın yanlış olduğunu, bu yanlışlığın ülkemizi ithalat cenneti yapacağını, marka ve patentli üretimin artması gerektiğini, bu politikalarla üretimin yurt dışına kaçacağını, sanayicinin üretmeyip, ithal edeceğini, günü geldiği zaman bunun yeni krizler çıkaracağını, çok defa yazdım durdum. Faizin yüksek olduğu yerde, düşük kurların yarattığı rekabet riskleri nedeniyle kim üretim yapmak ister? Binlerce kişiyi istihdam ederek, bir kaç yılda bir ortaya çıkacak cari açık krizi nedeniyle patlayabilecek kur-faiz riskine kim girmek isteyebilir? Bunun yerine düşük kur avantajından yararlanarak ithalatçı olmak tercih edilir ki, öyle de yapılıyor zaten.
Ama bu sefer ne oluyor? Üretmeyip tükettiğimiz için ve bu tüketimi daha ziyade ithalat ile karşıladığımız için ülke bir türlü çözülemeyen bir cari açık riski ile yaşamak zorunda kalıyor. Bunun için de sıcak para en önemli finansman kaynağı olarak görülüyor. Uluslar arası ya da içerideki konjonktüre göre de, zaman zaman korkup kaçmasın, kaçarken de ortalığı yıkmasın diyerek sıcak paraya yüksek faiz ile şirin gözükülmeye çalışılıyor. Bu politika külliyen yanlıştır. Dün son enflasyon ve faiz raporunu yorumlayan MB başkanımız Başçı’nın konuşmalarını dinledim. Uygulanan politikalarla bu sene olmasa da seneye enflasyon hedefini tutturacakmışız! Gerçekten bu söze ne kadar sevindim bilemezsiniz. Tabii ki şaka yapıyorum. Üretmeyen bir ekonomi nasıl olur da enflasyon sarmalından kurtulabilir ki? Bana göre halâ yanlış yolda yürümeye devam eden MB başkanları paraya yön vermeye devam ediyor diye görmekten inanın çok üzülüyorum.
Biz halâ faizlerin düşebilmesi için daha yeri var mı diye soruyoruz.. Mevcut enflasyonun inebileceği yakın vadeli seviyelere çok yakın olduğumuz için, belki 50 baz puan daha yeri olabilir diyoruz. Aslına bakarsanız, bir kaç ay evvel MB başkanımız faiz inişi için büyüme ve enflasyondaki düşüşe bakacaklarını söylemişti. Son gelen veriler beklentilerin tersine olmasına rağmen, yine de faiz indirimine başlandı. Madem kendiniz de söylediklerinize bağlı kalmayacaksanız bu sözleri zamanında neden kriter olarak söylüyorsunuz? Tüm bunlar birer itibar erozyonudur.
Şuan enflasyon ve yüksek faizin nedeni olarak görülen nedir? Cari açıktır. Cari açığın nedeni olarak da yüksek büyüme ve tüketim taleplerinin yüksek olması görülüyor. Büyüme artınca ithalatın arttığı ve bunun da cari açığa neden olduğu tespitinde bulunuluyor. Bu nedenle cari açığı frenlemek için, tüketime, kredilere ve dolayısı ile büyümeye sınır getirilmeye çalışılıyor. Faizler de bu nedenle arttırılıyor. Bu sayede cari açık düşecek ve enflasyon da inecek diye düşünülüyor. Kağıt üzerinde doğru gibi gelen bu politikalar yanlıştır!! Yüksek faiz yüzünden talep düşeceği için enflasyon düşer ama kalıcı olmaz. Enflasyonu düşürmek için talebi kontrol etmek niyetiyle faizlerin arttırılması değil, tam tersine üretimi, yatırımı arttırmak ve bu sayede düşük enflasyonun kalıcı olmasına temel oluşturmak için faizlerin düşük tutulması yapılması gerekendir.
Yüksek faizle hiç bir ekonomi kalıcı büyüme içine giremez. Sık sık finansal ve devamında ekonomik krizlere açık olur. Enflasyonu yüksek faiz yenmez, üretim yener. Yüksek faiz, suni talep daralması yaratarak geçici olarak enflasyonu düşürür gibi gözükürken, üretim ve büyümeyi de vurur. Bu sefer istihdam ve devletin vergi gelirleri bundan nasibini alır. O zaman da devlet yıllardır olduğu gibi vergi silahına sarılır. Halkına inanılmaz bir vergi yüklerken, iç piyasada tüketilemeyen benzini yurt dışına 1,60TL.’ye satar. Yabancı aynı benzinin Türk vatandaşları tarafından 5,00 TL.’ye tüketildiğine bakmaz. Alacaksa ancak dünya fiyatlarına göre gerçek değeriden satın alır. Peki enerjideki bu denli yüksek vergiler aynı zamanda üretimi, sanayiciyi, enflasyonu, rekabeti vurmaz mı? Cevap vermeye gerek var mı? Neden üretemediğimizin artık anlaşılması gerekir. Benzinde verdiğim örnek hemen her üründe aynıdır. Türkiye’de ev fiyatından yüksek olan otomobillerin yurt dışı fiyatları neredeyse 1/3 düzeyindedir. Devlet ekonomi ve vergide yapısal reformlar yapacağına, vergi salmak kolaycılığı ile kaynak yaratmayı tercih etmektedir.
Faiz yüksekse, yatırımın finansmanı döviz cinsinden dış kaynaklar ile çözülmeye çalışılır. Bu nedenle devlet ve şirketler dış borçlanma senetleri ihraç ederler. Bu da ayrı bir risktir. Çünkü mevcut hatalı politikalar nedeniyle, zaman zaman ekonomik krizler ortaya çıktığı zaman, sıcak para dışarıya kaçmaya kalkar. O zaman da kurlarda çok ciddi artışlar yaşanır. Misal, sizce değerli TL’nin onurumuz olduğunu söylediğimiz günlerde 1,15 Dolar kuru karşılığından borçlanmış yatırımcılar şu andaki kur seviyesinden hiç etkilenmemişlerdir diyebilir miyiz?
Görüyorsunuz yüksek katma değerli üretimi başaran ABD ve AB ülkeleri çok büyük finansal krizler yaşamalarına rağmen bile hem enflasyonları, hem de faizleri düşüyor. Peki aynı durum bizde neden olamıyor? Çünkü biz üreten değil, tüketen bir ekonomiyiz, marka, patent, yüksek teknolojili ürünleri yerli üretmeyip, 11 ayda 2 bin TL’ye elimizdeki ithal telefonları değiştirmeyi yeğliyoruz. % 98 dışa bağımlı olduğumuz enerji açığımıza rağmen, tüm şehirlerimizi doğal gaz alt yapısıyla donatıyoruz. Nasılsa enerji üzerinden çok tatlı bir vergi alıyoruz ya, bu bize yetiyor. Bununla sadece günü kurtardığımızı görmüyoruz.
Lafı fazla uzatmaya gerek yok. Yüksek faizle hiç bir ekonomi kalıcı büyüyemez. Bu nedenle hükümet en kısa zamanda ekonominin başında olanlarla bir araya gelip, politika değişikliğine gidilmelidir. Düşük faiz-gerçek kur politikası esas olmalıdır. Belki bir kaç yıl için ekstra enflasyon artışı bile göze alınmalıdır. Ama faizler çok daha düşük seviyelere indirilmelidir. Yatırım ve tüketim kredileri ayrıştırılmalıdır. Sadece para politikası değil, maliye, üretim politikaları da kapsamlı bir revizyona tabi tutulmaldır. Yerli üretimin önündeki engeller kaldırılıp, vergi yükleri azaltılmalıdır.
Bu yapılırsa ilk anda, düşen faizin cazibesi kalmayacağı için, kaçacak olan sıcak para nedeniyle kurlar yükselecektir. Kurların artması enerji faturamızı kabartacak, bu nedenle de cari açık bir süre için ekstra yükselecektir. Kur ve enerji fiyatlarındaki artışlar ithalata dayalı üretim yapımız nedeniyle üretim maliyetlerini arttıracağından enflasyon da artacaktır. Bir kaç yıl için bu riskler göze alınmalı tüm bu olumsuz etkenlere rağmen yatırımlar düşük faiz ile fonlanmalıdır. Eğer böyle bir reformist değişimin bir hükümet politikası olduğu ilan edilirse, kısa bir süre sonra, bu kararların uluslar arası yatırımcıları da ülkemize çektiği görülecektir.
Bu kararın bir kaç yıl öncesinden alınması gerekiyordu. Bunu kaçırdık. 2015 yılında ABD faiz artışına başlayacak belki ama, bu yılın son baharında da ECB piyasalara çok ciddi düşük faizli likidite sürmeye başlayacak. Rusya, Suriye, Irak gibi bölgesel sorunlar nedeniyle sermaye nasılsa Türkiye’yi güvenli bir liman olarak görüyorken, böyle bir politika değişikliğinin tam zamanıdır. Eğer bu fırsatı da pas geçersek, bir kaç yıl sonra yeni bir finansal ekonomik kriz kaçınılmaz olur.
Ben her zamanki gibi, pozitif yönden bakıyorum. Türkiye’nin bunu başaracağından ümitliyim.
NOT: Bu konu ile ilgili aslında çok uzun zamandır yazıyorum. İlgilenenler Strateji yazılarımın içinden;
11/08/2009 ”Kur Rejimi Değişmeli!”
13/04/2010 ”İşsizlik, Cari Açık, Üretim, Sağlıklı Büyüme Denince Karşımıza Hep Kur Rejimi Çıkıyor!”
16/01/2011 ”Cari Açığın Suçlusu Bankalar Mı? Bence Hayır!”
18/05/2011 ”Kur Artışı Yaratmayan Hiçbir Tedbir, Cari Açığı Yapısal Olarak Düzeltemez!”
31/01/2012 ”Cari Açığın Analizi Yanlış Yapılıyor!”
tarihli yazılarımı okuyabilirsiniz.