TCMB’nin yılın son PPK toplantısında politika faizi yüzde 47,5 seviyesine indirmesi bazı kesimlerce erken olarak nitelense de genel olarak olumlu karşılandı. Ancak daha önceki yazımda ifade ettiğim üzere bu olumlu etkiden en çok istifade edecek kesim, bankacılık başta olmak üzere hisse piyasasıdır. Diğer taraftan para piyasası fonlarının faiz indirimine karşın mevduat faizlerinde bir rekabetçiliğe olanak sağlayacak kredi zemini olmaması nedeniyle popüler olmaya bir süre daha devam edeceğini de düşünürüm.
Enflasyonda anlamlı ve istikrarlı bir düşüş sağlanamadığı halde TCMB’nin faiz indirmesinin anlamlı bir nedeni var
Reel kesim, son bir buçuk yıldır devam eden sıkı para politikası, öncesinde ise faizin düşük olmasına karşın, kredi kanallarının çeşitli etmenler nedeniyle kısmen kapalı olması nedeniyle son iki yıldır fonlama tarafında sıkıntı yaşıyor. Bu durum, kredibilitesi yüksek olan firmaların bir kısmını özel sektör tahvil ve hisse ihraçlarına yönlendirmiş olsa da ülkemizde reel kesimin fonlama ihtiyacının önemli bölümü halen banka kredileri aracılığıyla sağlanmaktadır.
Dezenflasyon sürecinde gelinen aşama, her ne kadar enflasyonda anlamlı ve istikrarlı bir düşüşü beraberinde getirmese de reel kesimin özellikle imalat sanayi ve ihracatçı tarafında görülen durgunluk emareleri, hükümetin para politikası üzerinde son aylarda ciddi bir baskı yaratıyordu. Diğer tarafından bir türlü yüzde 2’nin altına düşmeyen aylık enflasyon da merkez bankasının olası indirim zamanını yılın son toplantısına kadar ertelemiş oldu.
Faiz indiriminin reel kesim üzerine etkileri iki başlık altında incelenebilir: Miktar ve fiyat etkisi
Faiz indirimi, tam anlamıyla reel kesimin derdine deva olacak bir yapıda değil. Zira unutmamak gerekiyor ki bankaların TL kredi büyüme oranları aylık yüzde 2 ile sınırlandırılmış durumda. Bankalar yüksek faiz maliyeti nedeniyle her ne kadar bu sınıra kadar dahi kredi kullandıramıyor olsalar da faiz indirimi sonrasında mevcut olan bu kredi sınırı, miktarsal olarak bir kredi genişlemesi yaratmayacak türdendir. O nedenle yapılan faiz indirimi firmalara fiyat bakımından kolaylık (yüzde 2,5 daha düşük maliyet) yaratacak olsa da kullandırılacak toplam kredi limiti, likidite sıkışıklığı yani işletme sermayesi ihtiyacı içinde olan milyonlarca küçük ölçekli firmanın derdine deva olmaktan uzak bir hacimde tahsis edilecektir.
Krediler üzerindeki makro ihtiyati tedbirlerdeki son düzenleme ve mevcut kurallara göre TCMB’nin faiz indirimini geçtiğimiz hafta BDDK’nın kredi risk ağırlıklarını kredi notuna göre düşürmüş olması ve aylık yüzde 2 TL kredi büyüme sınırıyla birlikte ele aldığımızda ortaya çıkan durum; bankaları kredibilitesi yüksek firmaları fonlamaya yönlendirmektedir.
Dolayısıyla reel kesimin önemli bir bölümünün daha yüksek maliyetlerle factoring gibi finans kurumlarından fonlanmaya devam edeceği bir süreçte olunacaktır ki bu da yüksek faizden kaynaklanan arz kaynaklı enflasyonun verimsiz üretim alanlarında bir süre daha devam edeceği anlamını taşır.
Bunların dışında ihracatçı firmalara yönelik reeskont oranının düşürülmesi de fiyat avantajı sağlamakla beraber, bu kesimin mevcut sorunlarını sadece değerli Türk lirası ve yüksek faiz politikasına bağlamak doğru bir tespit olmayacaktır.
Konuyla doğrudan bağlantılı olmamakla beraber, ihracatın ana pazarı Avrupa’daki talep düşüşü, aslında jeoekonominin küreselleşmeden uzaklaşmasının da bir işareti olarak, bölgesel ve serbest ticaret anlaşmalarını zorunlu kılmaktadır. Buradan dolaylı bir çıkarsama yapılacak olursa da faiz indiriminin tüm bir reel kesim üzerindeki pozitif etkisinin, faiz artışlarının yarattığı negatif etkiden daha sınırlı olacağı sonucu çıkarılabilir. (Mevcut pazarın kaybı sonrası yeni pazarlar bulmak her zaman daha maliyetlidir…)
Döviz kuru, 2024’de stabil kaldı ancak son beş yılda milli paramız 5 kat eridi!
Son bir yıldır Türk lirasının değerlenmesinin başlıca nedenleri arasında yüksek faizin yarattığı TL talebi kadar, bu talebin yaratılmasında neoliberal ekonomi politikalarıyla uyumlu olmanın verdiği ülke not artışları (düzetmeler) da bulunmaktadır. TCMB’nin kuru tutması gibi bir durum söz konusu olmadığı gibi rezerv biriktirmek için döviz alımları yapılmamış olsa belki şu anda daha düşük kur seviyeleri bile görüyor olacaktık.
Türk lirasına bu denli yüksek talebin gelmesinin ise son birkaç yıla bakıldığında enflasyon gibi çok ağır bir bedeli olduğu görülür! Usd/TRY artışları 2021’de yüzde 75 (KKM sayesinde yüzde 143’ten dönüşle), 2022’de yüzde 41,5 (büyük ölçüde KKM sayesinde ve döviz rezervleri pahasına), 2023’te yüzde 60,5 (ilk altı ay stabil, ardından ortodoks politikaya geçişle yabancı yatırımcıya güven vermek için serbest bırakılan kur sonrası artışla) ve çok tartışılan, eleştirilen ama gerçekten bu defa kur müdahalesiyle değil, yüksek faizle sağlanan yüzde 21….
TCMB’nin bir süre daha kurun stabil kalmasına enflasyonun düşürülmesi için ihtiyaç duyduğu aşikar. Peki ya KKM’den tamamen çıkılacağı ve faiz indirim döngüsüne girilecek olan 2025’de kur üzerindeki riskler nelerdir?
Mevcut ekonomi politikasının devamı halinde 2025’in ilk altı ayında yukarı yönlü önemli bir baskı olmayacağını düşünürüm. Ancak yılın ikinci yarısından itibaren hızlanacak bir faiz indirim döngüsünün, KKM deki çıkışlarla beraber bir miktar döviz talebi yaratması olasıdır.
İşte burada asıl yukarı yönlü risk, şimdiye kadar enflasyon kadar artmayan bir döviz kurunun küresel piyasalardan kaynaklanan etkilere karşı daha kırılgan hale gelmiş olmasıdır.
Sözlerime son verirken yeni bir açmazın bu defa asgari maaş zammı-faiz indirimi arasında oluştuğunu söyleyebilirim. Beklentilerin en asgari düzeyinden ve kamu zamlarının (yeniden değerleme vs) bile altında gelen asgari ücret artışının apar topar açıklanmış olmasının yarattığı hayal kırıklığı bir tarafa, bu oran sayesinde merkez bankasının faiz indirimini 100 bp daha arttırmış olduğu bile söylenebilir… Dolayısıyla 2024 yılında dezenflasyon programının en çok kaybedeninin sabit gelirli yani maaşlı kesim olduğu aşikardır.. Şubat ayından sonra açlık sınırına yaklaşacak olan bu maaş seviyesiyle nereye kadar idare edilebileceği ve hayat pahalılığının daha ne kadar süreceği ise 2025’in en önemli sorusu olmaya şimdiden aday gibi gözüküyor…
Ancak biz yine de umudu elden bırakmayalım. “Hayatta önemli olan, mala, mülke, en çok şey sahip olmak değil, “en az şeye” ihtiyaç duymaktır.” Platon (Eflatun)
Nazlı Sarp