Türkiye’nin, büyüme modeli, tüketimi teşvik etmek ve bu yolla talep yaratarak üretimi artırmak yaklaşımı üzerine kurulmuştur. Bu yaklaşım enflasyonu düşürmeyi değil tam tersine artırmayı teşvik eder. Çünkü enflasyon arttıkça insanların paradan kaçışı hızlanır, tüketim harcamaları artar bu da üretim artışı yaratarak büyümenin yüksek olmasını sağlar. Büyüme yüksek olunca firmalar iyi para kazanır ve işsizlik artmaz, hatta azalır. Bu modeli yaşatmanın yolu faizi enflasyonun altında belirlemek ve/veya ücretleri sürekli artırarak harcama gücünü canlı tutmaktan geçer. O nedenle Merkez Bankası faizi enflasyonun altında belirler ve piyasa faizlerinin de reel olarak (enflasyondan arındırılmış olarak) negatif olmasını sağlar, hükümet de enflasyonla mücadele yerine ücret zammı yapmaya yönelir. Merkez Bankası, bu yolla bankaları düşük faizle fonlarken Hazine’nin piyasadan yüksek faizle borçlanmasının önüne geçmek için, bankalara açtıkları kredilerin ve tuttukları döviz mevduatının belirli oranında Devlet Tahvili alması zorunluluğu getirilir ve Devlet Tahvilinin faizi de negatif düzeyde oluşturulur. Böylece bankalar, Merkez Bankası’ndan negatif reel faizle aldıkları parayı üzerine biraz kar marjı ekleyerek ama yine negatif reel faizle Hazine’ye devrederler. Sonuçta Merkez Bankası’nın kısa vadeli avans hesabıyla yasaklanmış olan Hazineyi fonlama mekanizması, arkadan dolanarak yeniden yaşama geçirilmiş olur.
Faizin enflasyonun altında oluşması demek tasarruf yapanları değil borçlanarak harcama yapanları kollamak demektir. Çünkü enflasyon yüksek, faiz düşük kaldıkça insanlar ellerinde para tutmanın, tasarruf yapmanın anlamsız olduğunu, kendilerine kaybettirdiğini görür ve tüketimlerini artırırlar. Artan tüketim, bir yandan enflasyonu yükseltirken bir yandan da üretimi artırır ve ekonomi büyür. Büyüyen ekonomide işsizlik artmaz, sorunlar halının altına süpürülür.
Seçim öncesinde konutlara doğalgazın bedava verilmesi, benzin fiyatında indirime gidilmesi, parasal cezaların affedilmesi gibi uygulamalar Mayıs ayında enflasyon oranının çok düşük çıkmasına (yüzde 0,04) ve iktidarın faiz neden – enflasyon sonuç söyleminin haklılığını kanıtlamış görünmesine yol açtı. Oysa gerçek yaşam bütün fiyatların arttığını gösteriyor. Yani enflasyonun düşmesi sadece bir illüzyondan ibaret. Ama şunu kabul edelim ki iktidar illüzyon olayını iyi biliyor ve çok iyi yönetiyor. Gerçekte yapılan şey enflasyonu ertelemekten ibaret. Önünde sonunda ne kadar illüzyon yapılırsa yapılsın enflasyon yeniden artışa geçecek. Nitekim Türk Lirası yabancı paralar karşısında değer kaybetmeye başladı. Rasyonel zemine dönmekten söz edilirken, ortaya çıkan kur yükselişinin yarattığı panikle, ortaya çıkan kayıpları durdurulabilmek üzere yine döviz satışı yapılarak irrasyonel yaklaşımın tekrarlanması zorunda kalındı.
Hep söyledik: Bir kez rasyonel yaklaşımları terk edip irrasyonellik alanına girdiniz mi geriye yeniden rasyonellik alana dönmeniz o kadar kolay değildir.
Enflasyonu düşürmek için faizi yükselterek tüketimi kısıtlayıp büyümenin düşmesine ve işsizliğin artmasına katlanmak gerekir. Ne var ki bu yaklaşım oy kaybına yol açar. O nedenle yüksek enflasyonlu büyüme yaklaşımı, öteden beri bizim siyasetçilerin bilinçli ya da bilinçsiz tercihi haline gelmiştir. Türkiye’nin enflasyon sorununu kalıcı olarak çözememesinin nedeni oy maksimizasyonuyla ülke çıkarı maksimizasyonu arasındaki ödünleşmeyi ikinci lehine çözememekten kaynaklanır.
Ertelenmiş enflasyon günün birinde ertelenemez hale gelince çarşı karışır.