Enflasyon, günümüzde bütün dünyada tehdit oluşturuyor. Gelişmiş ülkelerde enflasyon daha düşük olsa da (ortalama yüzde 4 dolayında) onların alıştığı yüzde 2 dolayındaki enflasyona göre yüksek olarak kabul ediliyor.
Enflasyon; genel fiyat düzeyinin sürekli olarak yükselmesi olarak tanımlanıyor. Genel fiyat düzeyi mümkün olabilecek kadar çok sayıda mal ve hizmeti kapsayan bir ürün sepetiyle temsil ediliyor. Bu sepete giren her mal ve hizmetin aile bütçelerinde tuttuğu ağırlık bu sepet oluşturulurken dikkate alınıyor ve böylece bir endeks oluşturuluyor. Bu endekse bir başlangıç yılı belirleniyor ve o yıl 100 olarak tanımlanıyor. Sonra gelen her ayda endekste oluşan değişime göre fiyatlar gelen düzeyinin ne kadar yükseldiği ortaya konuyor. Örneğin t yılının son ayı 100 kabul edilmiş ve t+1 yılının ilk ayında endeks 101 çıkmışsa t+1 yılı Ocak ayında enflasyon yüzde 1 olmuş demektir.
Enflasyon ataleti (inflation inertia) enflasyonun düşürülmesi konusunda alınan önlemlere karşın, enflasyon oranının belirli bir düzeyin altına indirilememesi durumunu tanımlar. Enflasyonu düşürmeye yönelik uygulanan politikalara karşın, iktisadi karar birimlerinin geçmiş dönem enflasyon beklentilerini sürdürmeleri nedeniyle, enflasyon oranının düşmeye direnç göstermesi, dolayısıyla yapışkan hale gelir. Türkiye’de 1970’lerin sonu ile 2001 krizi arasında yaşanan enflasyon, enflasyon ataletinin tipik örneğidir. O dönemde yıllık ortalama enflasyon yüzde 62 olmuştu. Bu tür enflasyonu çözebilmenin yolu insanların geleceğe olumlu bakmasını sağlayacak önlemleri yaşama geçirmektir.
Enflasyon katılığı ya da ataleti denilen olguyu kırabilmenin tek yolu geleceğe ilişkin olumlu beklentiler yaratabilmekten geçer. Bu da bizi yapısal reformları yapmaya götürür. Başka türlü geleceğe ilişkin olumlu beklenti yaratmak pek mümkün değildir. Türkiye 2001 krizi sonrasında bazı yapısal reformları yaşama geçirmiş ve Avrupa Birliği ile tam üyelik müzakeresine başlayarak beklentileri olumlu hale getirmeyi başarmış ve enflasyon ataleti kırarak enflasyonu yüzde 6’lara kadar düşürebilmişti.
Günümüzde bütün dünyada farklı enflasyon görünümleri ortaya çıkmaya başladı. Bu gelişme enflasyonla mücadeleyi daha da olumsuz etkileyecek gibi görünüyor.
Bu farklı görünümlerden birisi skimpflasyon denilen ve ürünün içeriğinin değiştirilmesi, kalitesinin düşürülmesi sonucu ortaya çıkan daha düşük değerdeki bir malın aynı fiyatla satılması olgusudur. Bu yolla fiyat değişmemiş ve enflasyona etki etmemiş gibi görünür oysa gerçek böyle değildir. Tereyağının kilosu 600 TL iken satışlarının düşmesinden endişe ederek yüksek enflasyonun etkisini tüketiciye yansıtamayan üretici 900 gram tereyağına kilosu 100 TL olan margarinden 100 gram katarak bu karışımı kilosu 600 TL’ye ve tereyağı başlığı altında satıyor olsun. Bu durumda bu yeni ürünün gerçek fiyatı 550 TL/Kilo olması gerekirken 600 TL/Kilodan satıldığında üretici buradan 50 TL fazla kazanç sağlamış olur. Tüketici ise tereyağı aldığını düşünerek aslında margarin katılmış bir tereyağına eski tereyağı fiyatını ödemiş olur. Bu örnek, skimpflasyonun tipik örneğidir. Burada enflasyon hesabı yapılan sepete bu mal ister paket olarak isterse gram olarak alınsın içeriği kontrol edilip ayrıştırılmadığı sürece enflasyona olumsuz etki yapmaz. Fiyat hiç değişmemiş gibi görünür oysa mal değişmiştir.
Bir başkası shrinkflasyon denilen ve ürünün fiyatı aynı kaldığı halde boyut, ağırlık ya da hacminde ortaya çıkan düşüşü ifade eden değişikliktir. Bu şekilde fiyat değişmez ve enflasyona etki etmez göründüğü halde gerçekte ortada bir enflasyonist değişim söz konusudur. Ekmeğin belediyece belirlenmiş 250 gram / 10 TL’lik standart bir fiyatı olduğunu düşünelim. Bir fırın bu fiyatın, maliyetini tam olarak karşılamadığını düşünerek ürettiği ekmeğin gramajını 225 grama düşürerek satmaya başlarsa burada aslında 9 TL’lik bir ekmeği 10 TL’ye satarak 1 TL haksız kazanç elde etmiş olur. Ekmek eğer enflasyona sepetine adet olarak giriyorsa bu durum shrinkflasyonun tipik örneğidir. Bu durumda ekmek fiyatı artmamış ve enflasyona etki etmemiş görünse de gerçekte ekmek fiyatı artmıştır. Buna karşılık bu artış fiyat değişmediği için enflasyona yansımaz. Eğer ekmek, enflasyon sepetine gram olarak alınıyorsa o zaman bu değişim enflasyona olumsuz etki yapar.
Skimpflasyon da shrinkflasyon da hem malı üreten üreticinin hem de fiyatları derleyip enflasyon oranlarını yayınlayan devletin işine gelir. Üreticiler, ortaya çıkan maliyet artışını tüketiciye belli etmeden fiyata yansıtmış olurken devlet te enflasyonda ortaya çıkacak artışı bu yolla gizlemiş oluyor. Hiç kuşkusuz her iki durumda da zarar gören daha düşük miktar ya da daha kötü kalitedeki ürünü aynı fiyata alacak olan tüketicilerdir.
Son günlerde bir de hissedilen enflasyon çıktı ortaya. TÜİK’in bir iç çalışmasının basına yansıdığı şekliyle hissedilen enflasyonun açıklanan enflasyonun iki katı olduğu hesaplanmış. Kim ne derse desin bu hesap doğruysa bizi tam da ENAG’ın hesapladığı enflasyon oranına götürür. Ki zaten vatandaşın yaşadığı, karşı karşıya kaldığı enflasyon oranı da aşağı yukarı budur. Hissedilen enflasyonun sadece hissedilmediği tam olarak yaşandığını görüyoruz. Onun için TÜİK’in TÜFE’deki mal ve hizmetlerin fiyatlarını hangi birimlerden hangi günlerde derlediğini kalem kalem açıklaması gerekir. ENAG’ı verilerinin dayanağını açıklamamakla suçlayabilmek için önce şeffaf olmak gerekir.
Özetle söylemek gerekirse enflasyonla doğru mücadele edebilmek için önce gerçek enflasyonu kabul etmek ve açıklamak sonra bunu düşürmeye yönelik para ve maliye politikasını yapısal reform paketiyle birlikte yaşama geçirmek gerekir. Bunlar yapılmadan faizi artırmakla ya da dolaylı vergileri yükseltmekle enflasyon düşürülemez.