Avusturyalı ünlü iktisatçı Schumpeter’in kapitalizmin gelişme dinamiğini açıkladığı ve adına; “yaratıcı yıkım” dediği ünlü teorisi Nietzsche’nin; “Yaratıcı yıkım yaşam gücünün ortaya çıkmasıdır, yaşam sürekli bir kaos halidir” sözüyle ekonominin de dışına çıkarak, popüler hale gelmiştir.
Ortak anlam yeniliğin yıkıcı ancak ilham verici olduğudur. Elbette ki o potansiyele sahip olana… Seçim sonuçlarına ikinci turda da olsa nihayet ulaşmış olmanın verdiği halet i ruhiye ile nereden çıktı bu “yaratıcı yıkım” kavramı diyebilirsiniz.
Ancak yaşadığımız düzlem hem içi hem de dışıyla çok boyutlu olduğundan ve dahi sonuç ne olursa olsun geçen haftaki yazımda ele aldığım görüşümü muhafaza ettiğimden bu hafta küresel tarafa değinmeyi tercih ediyorum. Amerika’da borç limiti konusunda çıkan tartışmalara genellikle aşinayızdır. Nedeni ise İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana rezerv para dolara sahip olmanın getirdiği birincil avantajı yani yüksek kamu borcuyla rahatlıkla idare edebilme keyfini elinde tutabilen bir ülke olmasıdır.
Hatta böylesine güçlü bir rezerv parayı elinde tutmanın avantajı o denli büyüktür ki ABD’de kriz çıktığında bile doların değeri yükselir ancak dünyanın geri kalanı onun kıtlığının acısını yaşar ve parasının değeri düşer! İşte bu yüzden şimdiye kadar Amerika’nın borç limiti tartışmalarının aslında bir çeşit şehir efsanesi olduğu konusunda uzlaşılabilirdi ancak bu defa sanki sesler her zamankinden fazla çıkıyor.
Acaba neden? Hafta sonu gazetelerde şöyle bir haber vardı: “ABD Hazine Bakanı Janet Yellen ABD Kongresi’ni borç limitinin yükseltilmemesi halinde 5 Haziran itibariyle hükümetin tüm finansal yükümlülüklerini ödeyecek yeterli kaynağı olmayacağı yönünde uyardı.”
Çeşitli finans kurumlarından gelen yorumların ortak noktası ise “ABD hükümeti temerrüde düşer ve kriz hızla çözülemez ise küresel ekonominin zarar görmeyen hiçbir noktası kalmaz!” biçiminde. Kamu borcunun 31,4 Trilyon dolara ulaştığı ülkede her ne kadar hazinedeki nakit çok yetersiz gözükse de muhalefetteki Cumhuriyetçiler tarafından bir türlü anlaşmaya yanaşılmamasının temel nedeni politik olarak görülebilir.
Yazının devamı için TIKLAYINIZ!