Mahfi Eğilmez – 06.11.2013
Merkez Bankası’nın 2013 yılı için açıkladığı enflasyon hedefi yüzde 5 idi. Bu hedefi açıkladıktan kısa bir süre sonra enflasyon tahminini yüzde 5,3 olarak açıkladı. Bana sorarsanız hedef açıklayan bir birimin tahmin açıklaması doğru bir iş değil. Doğru olan tutmayacağını düşündüğü hedefi değiştirmek olmalı. Çünkü hedef açıklayan kurumun itibarı hedefe varışıyla ölçülüyor, tahmin tutturmasıyla değil. Yılın sonuna az bir zaman kala Merkez Bankası tahminini Temmuz ayında yükselttiği yüzde 6,2’den tekrar yükselterek yüzde 6,8’e çıkardı. Piyasanın enflasyon beklentisi ise yüzde 7,5 – 8 dolayında bulunuyor.
ABD’li iktisatçı (Hazine bakanlığı da yaptı) John Taylor tarafından geliştirilmiş olan ve kendi adını taşıyan bir para politikası kuralı var. Taylor Kuralı’na göre merkez bankalarının kısa dönem borç verme faiz oranlarını, gerçekleşen gayrisafi yurtiçi hasıla ve potansiyel gayrisafi yurtiçi hasıla arasındaki fark ile gerçekleşen enflasyon ve hedeflenen enflasyon oranı arasındaki sapmalarla aynı yönde değiştirmesi gerekiyor.
Şimdi bu kuralın tanımlarından giderek mevcut duruma bir bakalım. Türkiye’nin potansiyel büyüme oranı yüzde 5. Bu yıl gerçekleşmesi beklenen büyüme oranına ilişkin tahminler yüzde 3,2 ile yüzde 4 arasında değişiyor. Bunu OVP tahminini esas alarak yüzde 3,6 olarak kabul edelim. Bu durumda büyüme, potansiyel büyümenin 1,4 puan altında kalacak demektir. Taylor kuralına göre ekonomiyi potansiyel büyümesine çıkarabilmek için faizleri düşürmek gerekecektir.
Merkez Bankası’nın hedeflediği yılsonu enflasyon oranı yüzde 5. Buna karşılık tahminler enflasyonun yılsonunda yüzde 7,5’dan aşağı bir düzeyde olmayacağı yönünde yoğunlaşıyor. Demek ki enflasyon, hedeften en az 2,5 puan yukarı doğru sapmış olacak. Bu durumda enflasyonu denetim altına alıp hedefe yaklaştırmak için faizleri artırmak gerekiyor.
Şimdi kendinizi Merkez Bankası Başkanı yerine koyun ve faizleri artırmak mı gerekir düşürmek mi gerekir sorusunu yanıtlayın. Faizi artırsa büyümenin potansiyel büyüme oranından daha da uzaklaşması söz konusu, artırmasa enflasyonun hedeften daha da sapması söz konusu. Yani Merkez Bankası, tam anlamıyla “aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık” durumuyla karşı karşıya bulunuyor.
Böyle bir durumda “büyüme mi öncelikli yoksa enflasyonun düşürülmesi mi” sorusunu yanıtlamak gerekiyor. Aslında kuşkusuz her ikisi de çok önemli ama makroekonomide, tesadüflerin yarattığı istisnai durumlar dışında, hiçbir sorun bir başka göstergeye zarar vermeden çözülemiyor. Yani sürekli olarak bir şeyleri düzeltirken başka bir şeyleri bozma biçiminde ortaya çıkan (trade-off) ilişkiler yaşanıyor.
Bana sorarsanız Merkez Bankası’nın burada faizi yükseltmeyi seçmesi gerekir. Çünkü Merkez Bankası yasasında kurumun tek bir görevi olduğu açıklanıyor: Fiyat istikrarını sağlamak. Yani enflasyonu düşük tutmak, yani TL’nin satınalma gücünün düşmesine izin vermemek. Ne var ki kazın ayağı öyle değil. Yasasında yazmasa da Merkez Bankası, ekonomideki ivme kaybından da sorumlu tutulmaya devam ediliyor.
Bu gibi durumlarda en doğru iş kıpırdamadan durmaktır. Bizim Merkez Bankası da bu politikayı uyguluyor. “Ne şiş yansın ne de kebap” politikası diyebileceğimiz bu tür bir politikanın en belirgin sonucu iki tarafa da gerçek çözüm getirememesi ve bu ikili arasındaki dengeyi tesadüflere terk etmiş olmasıdır.