Uluslararası ekonominin önemli başlıkları arasında yer alan iklim krizi ile enerjinin geleceği konuları tüm yoğunluğu ile ilerlemeyi sürdürüyor. Bir yandan, sadece kömür değil, petrol ve doğalgaz da dahil olmak üzere, kimi ülkeler ve uluslararası sivil toplum kuruluşlarınca, ‘enerji arz güvenliği’ gerçeği göz ardı edilerek, tüm fosil yakıtlara yönelik yeni kapasite arttırıcı yatırımların finansmanın engellenmesi ve yeni fosil yakıt yatırımı yapılmamasına yönelik kampanya ve baskıların arttığına şahit oluyoruz. Diğer yandan, küresel ve bölgesel ekonomik ve jeopolitik gerçekleri tümüyle görmemezlikten gelen bu anlayışı, yaklaşımı bir süre öncesine kadar hararetle savunan kimi gelişmiş ülkelerin, şimdi ‘kömürle vedalaşma’ planlarını gözden geçirdiklerini veya kendi kıta sahanlığında yeni deniz petrol ve doğalgaz sondaj ruhsatlarına izin verdiklerine şahit oluyoruz.
Çünkü son 40 yılda 77 TwH dan 158 ThW’a ulaşmış olan dünya enerji talebinin yönetilmesinde ve geleceğinde fosil yakıtları denklemden çıkarmak o kadar basit, bir çırpıda halledilecek bir konu değil. Her şeyden önce, güneş, rüzgar başta olmak üzere, sıfır ve düşük karbonlu enerji üretim teknolojileri ile üretilen enerjinin depolanması da bir kadar kritik bir mesele. Dünyanın ‘netsıfır karbon’ hedefine ulaşması için önemli bir aşama ‘tam elektrikli’ bir dünya ise, bu hedefi gerçekleştirmek için 300 Terawattlık bir batarya kapasitesine ulaşılması gerekiyor. Oysa, küresel ölçekte batarya üretim kapasitesi yıllık bazda daha yeni 1 Terawattı geçti. 2030’da, yapılacak yatırımlara rağmen, yıllık bazda ancak 6,5 Terawattlık bir kapasite üretilebiliyor olunacak. Bu da, en iyi koşullarda 35 ile 40 sene arasında ancak 300 Terawattlık bir kapasiteye ulaşabilineceğine işaret ediyor.
Yazının devamı için TIKLAYINIZ!