İçinde bulunduğumuz tabloda, enflasyonu düşürebilmek için faizin acı reçetesine topyekûn katlanmak zorundayız.
Haziran ayından bu yana geleneksel politikalara dönüşle Türkiye ekonomisi yine ve yeniden bir denge arayışına girmiş bulundu.
Politika faizi yüzde 8,5 seviyesinden yüzde 40’a çıkarıldı ve bu adımları KKM başta olmak üzere bankalar üzerindeki normalleşme adımları izledi. Bu esnada Türkiye’nin not görünümü bir kurumda iki basamak, diğerinde ise bir basamak olumluya yükseltilirken, CDS puanı da aşamalı bir biçimde bulunduğu 700’lü seviyelerden 300’lü seviyelere iniş gösterdi. Tüm bunlar öncelikle dış finansman koşullarını iyileştirdi.
TCMB başta olmak üzere ekonomi kurumlarına olan güvenin yeniden tesis edilmesi yolunda doğru adımlar olarak da kabul edildi. Diğer taraftan içeride yükselen faizin ne anlama geldiğini toplumun her ferdi yaşanan son iki yıllık sürecin içerisinde gayet net anladı…
İç finansman maliyetini yükselten faiz, yanlış yönetildiğinde çok yüksek bir enflasyonla sonuçlanabiliyordu. Enflasyonun acı maliyeti ise -yaşadığımız üzere- özellikle sabit gelirliler açısından çok yüksek bedelli olabiliyordu.
Açıkçası içinde bulunduğumuz tabloda, enflasyonu düşürebilmek için faizin acı reçetesine topyekûn katlanmak zorundayız. Bu defa ekonomi yönetimi bunu mümkün olabildiği ölçüde toplumun tüm paydaşlarına eşit derecede paylaştırmak istiyor. Ancak öyle olabilecek mi? Elbette yaşadıktan sonra görecek ve analiz edeceğiz… Önümüzde henüz başlamamış, 2024’ün ikinci yarısından itibaren başlayacak olan uzun bir dezenflasyon süreci var.
Yazının devamı için TIKLAYINIZ!