Batı dünyasını temsil eden tüm uluslararası teşkilat ve düşünce kuruluşlarında, bilhassa son bir yıldır iki önemli konu farklı boyutlarıyla öne çıkıyor. İlki ‘ekonominin güvenliği’, ikinci başlık ise ‘agresif sanayi politikası’. Her iki başlığın da özünde bir ülkeyi veya ülkeler grubunu olumlu yönde etkileyen; ama, bir o kadar da olumsuz yönde etkileyen boyutları söz konusu. İki siyah kuğu, küresel virüs salgını ve üstüne gelen Rusya-Ukrayna Savaşı, malum, ‘kendine yetebilen ülke olma’ ve ‘stratejik otonomi’ kavramlarını gündemin ilk sıralarına oturttu. Günümüzde, tarım-gıda, enerji, dijital teknolojiler ve savunma güvenlik alanlarında kendine yetebilen ülke olmak, beraberinde ekonominin güvenliğine dair önemli kabiliyetler kazandırıyor.
Bununla birlikte, ülkeler artık ‘ekonominin güvenliği’ kavramını kendisine yönelmiş doğrudan yabancı sermaye yatırımlarını gözden geçirmek ve iyi analiz etmek, o ülkenin dünyanın başka coğrafyalarında kendi sermayesi ile yaptığı doğrudan yatırımlarını da doğru ülkelere, doğru paydaşlara yönlendirmek konusunda titiz bir çalışma yürütmek olarak da artık okuyorlar. Yetmiyor, bir yandan madencilik ve metalurji alanında, yeni nesil makine tasarımında, yazılım ve donanım teknolojilerinde de ‘agresif sanayi politikası’ stratejileri oluşturmak olarak da değerlendiriyorlar. Ancak, bir ülkenin, örneğin ABD’nin ‘agresif sanayi politikası’ hamlesi Avrupa Birliği (AB) için de endişe kaynağı oluşturabiliyor. Aynı ülkeler, bilhassa son 10-15 yılda başka ülkelere taşıdıkları teknoloji yatırımı ve tesis kurma hamlelerinin bugün doğru bir adım olup olmadığını da sorguluyorlar.
Yazının devamı için TIKLAYINIZ!