Ekonomik büyüme en basit tanımıyla bir ekonomide bir dönemden sonraki döneme mal ve hizmet üretiminde reel (fiziksel ya da fiyat artışlarından arındırılmış) artış olması halidir. En basit haliyle anlatmak gerekirse yalnızca ekmek üretilen bir ekonomide t yılında 100 ekmek üretilmişken t +1 yılında 105 ekmek üretilmişse bu ekonomi yüzde 5 büyümüş demektir.
Bir ekonominin baz etkisi ya da bir takım geçici etkiler dışında büyüyebilmesi için üretim kapasitesini artıracak, yeni kapasiteler yaratacak, daha ileri teknolojiler kullanacak yatırımlara veya verimliliği artırmaya ve bütün bunlar için de daha çok çalışmaya ihtiyacı vardır. Daha çok çalışma daha çok işgücünün istihdamı ya da istihdam edilenlerin daha çok çalıştırılmasıyla sağlanabilir. Bu yaklaşım bizi GSYH’nin üretim yoluyla hesaplanmasına götürür.
Ekonominin temel taşı tüketimdir. Aslında insanoğlunun temel güdüsü de tüketmektir. Şimdilerde bizde moda olan şekliyle ‘üretmek lazım’ diye dillendirilen sözün anlamının olması için önce tüketim olması gerekir. Tüketilmeyen veya tüketilmek için talep edilmeyen şeyin üretimi de olmaz. Bu yaklaşım bizi harcamalar yoluyla GSYH hesaplamasına götürür.
Piyasada tüketim (talep) olmadan satış için üretim (arz) olmayacağına göre bir ekonominin büyümesi için önce talep sonra arz artacak demektir.
Birçok ülke çalışarak, verimliliği artırarak, teknolojiyi geliştirerek ve daha fazla üreterek büyümeye çalışırken Türkiye çalışmayarak, tatilleri uzatarak, tüketimi artırarak büyümektedir. Bunun en tipik örneği dünyada pek rastlanmayan uzunluktaki bayramlar ve onlara bağlanan diğer tatil günleriyle zaman zaman on güne kadar uzayan tatillerdir. Tatiller uzayınca insanlar tatil yörelerine gidiyor, bol para harcıyor, tüketim ve dolayısıyla talep artıyor, talep artınca üretim ve arz artıyor ve ekonomi büyüyor.
Bütün ekonomik büyümelerin altında tüketim artışı yatar. O nedenle tüketime dayalı büyüme sözü pek doğru değildir. Buna karşılık tüketimin kim tarafından yapıldığı ya da talebin nereden geldiği önemlidir. Eğer dış talep artışı varsa o zaman dış talep artışına ve dolayısıyla ihracata dayalı büyüme söz konusu demektir. Eğer iç talep artıyor ve içeride üretim artıyorsa o zaman iç talebe bağlı büyüme söz konusudur. Bu talep artışının yol açtığı üretim artışına ve üretimde kullanılan ithal girdilere bakmak gerekir. Eğer üretimde kullanılan ithal girdilerin oranı yüksekse o zaman kur artışları girdi fiyatlarını dolayısıyla maliyetleri ve dolayısıyla fiyatları etkileyerek enflasyonda artışa yol açar.
Gelişmiş ülkeler küresel kriz süresince tüketimi ve dolayısıyla üretimi artırmak için para bastılar. Buna ‘niceliksel gevşeme’ (quantitative easing) adını verdiler. Piyasaya bol para çıkınca harcamalar arttı, tüketim talebi, ardından da üretim ve arz arttı ve ekonomi büyüdü. Bizim model farklı. Biz, tatilleri uzatıp insanları kredi kullanarak tatile çıkıp harcama yapmaya itiyoruz, talebi bu yolla arttırıyoruz ve oradan üretim ve arz artıyor, ekonomi büyüyor. Biz buna bir şey demiyoruz ama ‘niceliksel gevşemeden’ benzetmeyle ‘tüketim gevşemesi’ diyebiliriz. İki model de tüketime dayanıyor.
Gelişmiş ülkeler zaten gelişmiş olduğu için onlar açısından tüketimle büyümek, en azından bir süre, sorun oluşturmuyor. Gelişme yolunda olduğumuz için bizim buluş yapmamız, teknoloji geliştirmemiz ve ithal girdilerden çok kendi kaynaklarımıza dayalı üretim yapmamız gerekiyor. Bir başka deyişle biz tüketimle büyüsek de gelişme yolunda ilerleyemiyor, doğayı bozduğumuzla kalıyoruz.