Mahfi Eğilmez – 11.08.2013
Sanal değerle reel değer arasındaki farkın sanal olanı lehine giderek büyümesine balon ya da köpük deniyor. Balonların en eski ve en tuhaf örneği 1636 ile 1637 yıllarında Hollanda’da yaşanan “Lale Çılgınlığı”dır. Lale soğanı ilk kez Kanuni Sultan Süleyman zamanında Hollanda büyükelçisi tarafından İstanbul’dan alınıp Hollanda’ya getirilmiş ve tanıtılmıştı. O Zaman içinde lale, bir lüks ve statü sembolü haline geldi. 1630’lu yıllarda Hollanda’da savaşların geride kalmasının da yarattığı olumlu hava ile spekülatif faaliyetler büyük artış göstermiş, hisse senetlerinin değeri artmış, konut fiyatları yükselmiş, insanlar bu tür değerleri ve malları spekülatif amaçlarla alıp satmaya başlamışlardı. Bu dönemde benzer bir spekülatif talep artışı lale soğanları için de oluştu. Bu talep artışı lale soğanı fiyatlarının artmasına ve giderek özel lale piyasaları oluşmasına yol açtı. Hollanda’da o tarihte ortalama yıllık ücret 200 ile 400 gulden arasında değişiyordu. Lale soğanlarının fiyatı ise 200 – 250 gulden aralığına kadar fırlamış, yani bir çalışanın yıllık ücretine eşit hale gelmişti. İlgi o kadar yükselmişti ki 1636 yılında lale, Hollanda’nın birçok kasabasında borsalarda satılır olmuştu. Fiyatlar yükseldikçe yükselmiş, geleceğe dönük sözleşmeler yapılmıştı. Fiyatların yükselmesinin temel nedeni bu tür sözleşmelerle lale soğanı alanların bunları daha pahalıya satarak para kazanacakları inancında olmalarıydı. Günün birinde her şey tersine dönüverdi. Lale sözleşmelerinin alıcısı kalmadığı anlaşılınca sözleşme sahipleri lale yetiştiricilerine sözleşme borçlarını ödeyemediler. Lale yetiştiricileri, laleleri almayan sözleşme sahiplerini dava ettiler. Davalar aylarca sürdü, ama paraların ödenmesi hiçbir zaman tam olarak gerçekleşmedi. Lale piyasası böylece çöktü ve fiyatlar hızla düştü. Balon patlamış, lale yetiştiricileri de spekülatör sözleşme sahipleri de büyük zararlarla karşılaşmışlardı.
Ekonomisi iyi durumda olan ya da faizi baskılayan bir ülkede reel faiz oranları oldukça düşüktür. Böyle bir durumda eğer bu ülkede mali kesime ilişkin kurallar yeterince sağlam belirlenmemişse ortaya çıkan kişi veya kurumlar, piyasa faizlerinin ya da yasal olarak belirlenen faizlerin üzerinde faiz önererek kaynakları çekebilirler. Bu yolla her seferinde sisteme yeni girenden alınan paranın eski girenlerin faizinin ödenmesinde kullanılan bir saadet zinciri yaratabilirler. 1920 yılında ABD’de, posta kuponlarını kullanarak bu saadet zincirini bir sistem haline getiren Charles Ponzi, milyonlarca dolar kazanmış ancak sonu olmayan bu sistem çöküp de para yatıranlara paralarını ödeyemez hale gelince dolandırıcılıktan tutuklanarak hapse mahkum olmuştur. Bu sisteme Charles Ponzi’nin adından hareketle Ponzi Oyunu adı veriliyor.
1980’li yılların başında görünümü farklı ama sonucu benzer bir gelişme Türkiye’de yaşandı. Önceleri vatandaşların elindeki tasarruf bonolarını toplamaya başlayan ve kendilerine banker adını veren kişiler sonradan vatandaşın parasını alıp onlara yüksek faizler vermeye başladılar. O zaman bankaların mevduata verdiği reel faizler enflasyonun altındaydı. O nedenle vatandaşların bir bölümü paralarını yüksek faiz veren bu bankerlere yatırmaya yöneldi. Bu bankerlerin aldıkları paraları daha yüksek getiri sağlayacak alanlara yatırmaları mümkün değildi. Çünkü böyle alanlar yoktu. Sistem son gelenin parasını ilk gelene faiz olarak ödemek üzerine kurulmuş bir saadet zincirinden ibaretti. Ve işlemesi için mutlaka sisteme her seferinde daha çok kişinin girmesi gerekiyordu. Kimse bankerlerin aldığı paraları nasıl değerlendireceğini sormuyor, sadece yüksek faiz elde etmek için parasını yatırıyordu. Günün birinde Maliye Bakanı bankerlerin devlet garantisi altında olmadığını söyledi. Aslında böyle bir garantinin olmadığı biliniyordu ama yine de bu açıklama bir şok etkisi yaptı ve sisteme yeni müşteri girmez oldu. Yeni giriş olmayınca eskilerin de paraları ödenemez hale geldi. Bir anda sistem çöktü. Aslında burada bir balon bile yoktu. Çünkü balon olması için sanal değerin dayandığı bir reel varlık olması gerekiyor.
Küresel kriz, ABD ve İngiltere başta olmak üzere gayrimenkul fiyatlarının şişirilmesinden kaynaklanan balonlar nedeniyle ortaya çıktı. Emlak fiyatları artıyor, emlak sahipleri kendilerini daha zenginleşmiş hissedip borçlanarak harcamalarını artırıyorlar, bu yaklaşım ekonomiye canlılık getiriyor ve emlak fiyatları daha da artıyordu. Herkes yatırım amacıyla ikinci, üçüncü gayrimenkulünü alıyordu. Büyüme hızı arttığı için herkes mutlu görünüyor, denetim görevleri ihmal ediliyordu. Bu gayrimenkullerin günün birinde daha yüksek bedelle satılabileceği varsayımının gerçekleşmeyeceği anlaşılınca fiyatlar düşmeye ve balon sönmeye yöneldi.
Bir Çin atasözü diyor ki: “Kumarda tanrılar bile kazançlı çıkmaz.”
Not 1: Bu yazı, 07.11.2008 günü Radikal Gazetesi’nde yayınlanmış olan “Balonlar Lale Çılgınlığıyla Başladı” başlıklı yazımın gözden geçirilmiş halidir.
Not 2: Lale, Osmanlı’da bir dönem moda olduğu biçimde kadınların başlarına bağladığı tülbentlerin üzerine takıldığı için tülbent lalesi diye adlandırılıyordu. Batı dillerinde laleye tulip denmesinin tülbent sözcüğünden türediği sanılmaktadır.