Mahfi Eğilmez – 28.05.2014
Önce siyaset deyimiyle neyi kastettiğime açıklık getirmem ve ideolojiyle farkını ortaya koymam gerekiyor. Aksi takdirde siyaset ile ideolojiyi birbirine karıştırmaktan kurtulamayız.
Siyaset, devlet işlerini düzenleme ve yürütme sanatıyla ilgili görüş ve anlayışlara verilen ad. Siyaset kelimesi Arapçadaki at bakıcısı (seyis) kelimesinden, batı dillerinde kullanıldığı biçimi olan politika kelimesi ise Yunanca kent veya devlet anlamına gelen polis sözcüğünden türetilmiş bulunuyor.
İdeoloji, siyasal ya da toplumsal bir doktrin oluşturan, bir hükümetin, bir siyasal partinin ya da bir toplumsal sınıfın davranışlarına yön veren siyasal, hukuksal, ekonomik, felsefi, ahlaki ve estetik düşünceler bütünü olarak tanımlanıyor. Kapitalizm veya sosyalizm dediğimizde ideolojiyi kastediyoruz.
Günlük kullanım anlamındaki siyaset genellikle belirli bir ideolojinin devlet yönetimine yansımış halidir. Ne var ki bunun her yönüyle mutlaka o ideolojinin öngördüğü biçimde olması gerekmiyor. Kapitalizmi model olarak benimseyen bir toplumda günlük siyasette alınan bazı kararların sosyalist unsurlar içermesi mümkündür. Kapitalist modelle yönetilen İngiltere ve Fransa’da İkinci dünya savaşından sonra yaşanan kamulaştırmalar bunun tipik örneğidir. Günümüzde sosyalist ideolojiyi benimsemiş olan Güney Kore ve Çin’de fiyatların oluşumunun piyasada gerçekleşmesi bir başka örnektir.
Bu aşamada başlıktaki sorumuza bir daha dönüp bakarsak soruyu ikiye ayırarak yeniden sormamız gerekir: Ekonomi ideolojiden soyutlanabilir mi? Ekonomi günlük siyasetten soyutlanabilir mi?
Ekonomi bilimi ilk kez Adam Smith’in yazdıklarıyla ortaya çıktığında ahlak felsefesinin bir parçası olarak kabul ediliyordu. Keynes’in klasik iktisatçılar diye sınıflandırdığı iktisatçılar (başlıcaları Adam Smith, Robert Malthus, David Ricardo, John Stuart Mill) döneminde ekonomi bilimi siyaset biliminin bir parçası olarak kabul edilir olmuştu. O dönemde bu bilime ekonomi denmiyor siyasal ekonomi (political economy) deniyordu. Zaman içinde ekonomi, siyasetten soyutlanma yönünde önemli adımlar atarak isim değiştirdi ve daha bilimsel bir isim olan economics adını aldı. Siyasetten soyutlanmaya başlamıştı ama bu, ideolojiden soyutlanmakla eş anlama gelmiyor. Günümüzde economics, kapitalist ekonomi sisteminin benimsendiği ülkelerin iktisatçıları tarafından kullanılan bir adlandırma. Marksist iktisatçılar hala yaygın olarak siyasal ekonomi (political economy) adlandırmasını kullanıyorlar. İşin özü şu, ekonomi, hangi sistem içinde ele alınıyorsa o sistemin ideolojisine göre biçimleniyor. Bu çerçeveden bakarsak kapitalizmin ayrı bir ekonomisi var, sosyalizmin ayrı. Buradan şu sonucu çıkarıyorum: Ekonomi, ideolojiden soyutlanamaz. Ne kadar matematiksel modellemelere geçse ne kadar objektif olsa da içinde çalıştığı sistemin ideolojisinden soyutlanamaz. Kapitalist ekonomi ayrıdır, sosyalist ekonomi ayrıdır. İkisi arasındaki temel ayrım da üretim mallarının mülkiyetinin kime ait olacağı meselesinden kaynaklanır. Kapitalizmde üretim araçlarının mülkiyeti özel kesimdedir, sosyalizmde ise kamu kesiminde. Bu ikisinin tam ortasında yani üretim araçlarının mülkiyetinin her iki kesim arasında paylaşıldığı yerde ise karma ekonomi denilen sistem bulunur. Aslında dünyadaki bütün ekonomiler karma ekonomi sistemine sahiptir ama üretim araçlarının mülkiyeti açısından kimileri kapitalizme çok daha yakınken kimileri de sosyalizme yakındır. Bu yapı, ekonominin içinde bulunduğu sisteme yani ideolojiye göre biçimlenmesine ve dolayısıyla o ideolojiden etkilenmesine yol açar. Yani ekonomi, ideolojiden soyutlanamaz.
Ekonomi, ideolojiden soyutlanamaz ama acaba siyasetten soyutlanabilir mi? Ekonominin siyasetten soyutlanması yolunda atılmış pek çok adım var. Bunların en başında birçok ülkede merkez bankalarına tanınan bağımsızlık geliyor. Merkez bankalarının bağımsızlığı demek ekonomi politikasının en temel araçlarından olan para politikasının (yani faiz politikası, açık piyasa işlemleri, zorunlu karşılıklar) siyaset dışında yönetilmesi demektir. Merkez bankalarına bağımsızlık verme düşüncesinin doğuş nedeni; devleti yönetenlerin başı sıkıştığında diledikleri kadar para basarak işleri içinden çıkılmaz hale getirmesini önleme düşüncesidir. Benzer biçimde doğal tekellerin yönetiminin bağımsız kuruluşlara devredilmesi, bütçeyi disipline etmek için mali kural konulması da aynı mantıktan yola çıkıyor. Belki bunlardan daha ileri bir adım anayasal ekonomi ya da kurallara bağlanmış ekonomi yaklaşımıdır. Bütün bu adımlar ekonomiyi, günlük siyasetten soyutlama çabasının parçalarıdır. Bunlardan bir sonuç alınmış mıdır sorusuna verilecek yanıt “kısmen” şeklindedir. Gelişmiş batılı ülkelerde bunlardan sonuç alınmış görünüyor. Örneğin bu ülkelerde siyasal iktidar merkez bankasının belirleyeceği faize ya da enflasyonla mücadele politikasına karışmıyor. Bu yönde bir mesaj bile vermiyor. Bağımsız kurullara yapılan atamalar gerçekten de liyâkat esası gözetilerek yapılıyor.
Kapitalist dünyadaki gelişme; para politikası uygulamasının, doğal tekellere (enerji, tütün gibi alanlar) ilişkin fiyatların belirlenmesinin, bankacılık kesiminin denetim ve düzenlenmesinin siyasetten soyutlanması yönünde gidiyor. Bunun yolu olarak da bu görevleri yapan kurumların siyasetten bağımsız ya da özerk olarak oluşturulması sağlanıyor.
Bizdeki kuralların, içinde yaşadığımız gelişmiş kapitalist ülke kurallarından görünüşte pek farkı yok. Merkez Bankasının bağımsızlığı yasal teminat altında görünüyor. Bankacılık veya doğal tekeller konusunda düzenleme ve denetleme yapan kurumların mevzuatı gelişmiş ülkelerdekinden farklı görünmüyor. Ne var ki siyasal iktidar, merkez bankasının faiz artırımına, indirimine ya da bu konuda hareketsiz kalmasına sürekli tepki veriyor, süreleri dolmadan bağımsız kurulların yönetimlerini değiştiriyor. Merkez Bankası’nın bağımsızlığına ilişkin yasayı çıkaran da o bağımsızlığa katlanamayan da aynı hükümet. Bütün bunlar günlük siyasetin ekonomiye karışımını kanıtlayan göstergeler.
Bizdeki en ciddi sorun yasaya yazdığımız şeyleri inanarak değil mecbur kaldığımız için yazmış olmamızdan kaynaklanıyor. Öyle olunca da uygulamada onlar yasada yazıldığı şekliyle kalıyor. Eğer bir zamanlar tartışılıp da son anda vazgeçilen mali kural yaşama geçirilmiş olsaydı aynı durumla karşılaşacaktık muhtemelen.