Mahfi Eğilmez – 01.09.2014
Ekonomi pozitif bir bilimdir ama dayanağı insan olan her bilim gibi insanların davranışları, anlayışları ve yaklaşımlarından etkilenir. İnsan davranışları, anlayışları ve yaklaşımları ise toplumun geleneklerine göre biçimlenir. Her toplumun kendine göre farklı gelenekleri vardır. Ekonomi birçok konuda evrensel olsa da yöresel uygulamada faklı etkilenmelere sahne olabilir ve o nedenle de her yerde aynı sonuçları vermez. Fizik bilimlerde kanunlar, teoriler her yerde aynı ölçülerde geçerli olabilir ama ekonomide böyle bir kesinlik yoktur. Üstelik bu farklılıklar sadece toplumsal yapıya göre değil, zamana göre de değişiklikler gösterir. Çünkü zaman değişir, koşullar değişir, insan da değişir. İnsan değiştiğinde ekonomi de değişir. Düne kadar hanehalklarının pek borçlanmadığı bir toplum olan Türk toplumu bugün borçlu bir toplum konumuna geçmiştir.
Belirli bir dönemde geçerli olan ekonomi kanunları ya da teorileri başka bir dönemde geçerliliğini kaybedebilir. Örneğin klasik ekonomi teorisinin belkemiğini oluşturan kanunlardan birisi “her arz kendi talebini yaratır” biçiminde özetlenebilecek olan Say kanunudur. Bu kanun ekonominin henüz tam olarak parasallaşmadığı ve takas (trampa, barter) ekonomisinin büyük ölçüde geçerli olduğu dönemlerdeki durumu son derecede güzel biçimde özetliyordu. Çünkü pazara satmak için koyununu getiren kişi onu pazara satmak için koltuk getirmiş kişiyle değiş tokuşa soktuğunda her arz gerçekten de kendi talebini yaratmış oluyordu. Ama ekonomi parasallaşıp da takas olayının yerini parayla satınalma alınca işler karıştı. O zaman arzın mı talep yarattığı, talebin mi arz yarattığı yoksa ikisinin de birbirini etkileyen bir ortamın mı oluştuğu konusu net biçimde belirlenememeye başladı. İşin içine para girmeden önce arz, talebi yaratıyordu, işin içine aracı olarak para girince talep arzı yaratmaya başladı. Buna karşılık günümüzde bazen reklamlar öylesine etkili olabiliyor ki bazı konularda arzın talebi yarattığına da tanıklık ediyoruz.
Zamana göre değişebilen ekonomik kanunlara bir başka örnek de İngiltere Kraliçesi I. Elizabeth’in (1533 – 1603) danışmanı Sir Thomas Gresham’ın adını taşıyan Gresham Kanunu’dur. I. Elizabeth’in babası 8. Henry, o zamanki İngiliz parası olan ve gümüşten kestirilerek yapılan Şilin’in içeriğindeki gümüşü yüzde 40 oranında azaltarak yerine diğer metalleri koydurtmuş, böylece vergileri arttırmadan para miktarını artırarak kamu harcamalarını karşılamaya yönelmişti. Tamamı gümüş içeren Şilinlerle yüzde 40’ı başka metaller içeren Şilinler piyasada birlikte işlem görmekteyken bir süre sonra tamamı gümüş olan Şilinler piyasadan kaybolmaya başlamıştı. Gresham bu konuyu I. Elizabeth’e sunduğu raporda dile getirmiş ve tamamı gümüş olan Şşilinlerin eritilerek gümüş olarak satıldığını ve piyasada giderek yalnızca karışık metalli şilinlerin kaldığını belirtmişti. Gresham bunu ‘kötü para, iyi parayı piyasadan kovar’ biçiminde formüle etmişti. Bu kanun, madeni paranın egemen olduğu dönemde geçerliydi. Günümüzde artık çok büyük ölçüde kağıt para geçerli. Birçok ülkede yüksek enflasyonun varlığı yerel paraların değer kaybına ve sermaye hareketlerinin serbestliği çerçevesinde özellikle birinci derecede rezerv para olarak kabul edilen Dolar’ın yerel parayla birlikte kullanılmasına yol açıyor. Bu olguya teknik ifadesiyle ‘para ikamesi’ ya da sokak diliyle ‘dolarizasyon’ adı veriliyor. Bu gibi durumlarda, Dolar giderek yerel paranın yerini alıyor, sözleşmeler, fiyatlandırmalar, ölçümler yerel paradan çok Dolara göre yapılır hale geliyor. Bunun bir örneğini 2000’ler öncesinde Türkiye’de de yaşadık. Hatta halen kısmen yaşamaya devam ediyoruz. Hala bazı satış anlaşmaları veya kira sözleşmeleri Dolar ya da Euro üzerinden yapılıyor. Dolar veya Euro’nun değer kaybı yerel paraya göre çok daha az olduğu için bu paralar işlemlerde tercih edilebiliyor. Sadece işlemlerde tercih edilmekle kalmıyor mevduat hesapları da bu paralar üzerinden açılabiliyor. İşte bu durumda eğer para ikamesi çok yüksek düzeye çıkmışsa, örneğin ülkedeki işlemlerin yarıdan fazlası Dolar ya da Euro ile yapılır hale gelmişse o zaman ‘iyi para kötü parayı kovar’ yasası işlemeye başlıyor. Buna da Thier Kanunu adı veriliyor. Görüleceği üzere zaman değişmiş madeni paradan kağıt paraya geçilince ‘kötü para iyi parayı piyasadan kovar’ biçimindeki ekonomi kanunu, tam tersine dönerek ‘iyi para kötü parayı piyasadan kovar’ biçimini almıştır.
Ekonomi kanunları zaman geçtikçe değişime uğramanın yanısıra yere ve ekonomik örgütlenme biçimine göre de değişebiliyor. Bugün ABD, İngiltere veya Almanya’da ekonomi farklı kanunlara göre işlerken Afrika veya Avustralya’daki ormanlarda yaşayan izole kabileler arasında farklı bir yasaya göre işliyor. ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya’da piyasa ekonomisi kuralları ve gelişmiş bir parasal ekonomi geçerliyken aynı durum Avustralya veya Afrika’daki ormanlarda izole olarak yaşayan kabileler arasında söz konusu değil. Bu kabileler arasında kabile şefinin koyduğu kurallara göre biçimlenen bir ekonomik sistem ve takas ekonomisi egemenliğini sürdürüyor. Bir Amerikalı cebinde Dolarlarıyla bu kabilelerin arasına girse ve Dolarları karşılığında bir şeyler satınalmak istese muhtemelen hiçbir şey alamaz. Oysa her ikisi de yani Amerikalı da söz konusu kabile üyeleri de aynı zaman diliminde yaşıyorlar. Ne var ki yaşadıkları yerler, içinde bulundukları ekonomik sistem farklı. Ve bu farklılık bir tarafta geçerli olan ekonomik kanunların öteki tarafta geçerli olmasına engel oluyor.
Ekonomi biliminin kanunlarının, teorilerinin geçerliliği zamana ve yere göre değiştiği için bu anlamda evrenselliği de tartışma konusudur. Onun için her ülkenin, genel ekonomik referanslardan yararlanarak, kendi koşullarına uygun ekonomi politikaları üretmesi gereklidir.
Bu durumu özetleyen hoş bir iktisatçı şakası var: “Ekonomi, tümüyle karşıt düşünceleri savundukları halde, iki kişinin, Nobel ödülünü birlikte aldıkları tek daldır.”