Okuyucularımız, bir süredir küresel düzendeki yeniden yapılanma sancıları, Küresel Kuzey ile Küresel Güney arasında, bir dönemin G7 ekonomileri ile bugünün yükselen E7 ekonomileri arasında artan rekabet ve küresel sisteme hakim olma mücadelesinin farklı boyutlarını aktarma gayretimizi izlemekteler. İster çağlar kapanıp, çağlar açılırken, ister sömürgecilik döneminden küresel ölçekte topyekun kalkınma dönemine geçilirken, uygarlık tarihindeki her önemli kırılmanın felsefesinin iyi irdelenmesi gerekir. Nitekim, 21. Yüzyıl’ın içinde bulunduğumuz bu döneminde, yükselen gelişmekte olan ekonomilerin, kısaca E7 Grubu’nun küresel ekonomi-politik sistemde artan ağırlığına, hakimiyetine bir günde gelinmedi.
Bugün, ister Avrupa Birliği Projesi, ister BRICS+, ister Şangay İşbirliği Teşkilatı, her uluslararası platform varlık nedenini temel gerekçelere, temel bir felsefeye dayandırarak izah etmeye çalışıyor. Bununla birlikte, batılı ülkelerin bir araya gelerek oluşturdukları Atlantik İttifakı ülkelerinin 1840’lardan bu yana, devletçi ve sömürgeci bir anlayışın üzerine inşa ederek oluşturdukları model, 1880’ler ile 1. Dünya Savaşı arası, sanayileşme, kentleşme ve teknolojik ilerlemeye dayalı bir modernleşme hareketinden feyz almış da olsa, yükselen gelişmekte olan ekonomilerin 1990’lardan itibaren, ‘tek tip modernleşme’yi masaya yatırarak, farklı medeniyet anlayışlarının tümünü kucaklayan ve saygı gösteren yeni bir modernleşme sürecini hızlandırdıklarını belirtebiliriz.
Yazının devamı için TIKLAYINIZ!