Dünya Ekonomisindeki Yerimiz

Henüz 2023 yılsonu verilerine sahip değiliz, o nedenle dünya ekonomisindeki yerimizi saptarken 2022 yılının verilerini kullanmak durumundayız. Bunu yaparken 2022 yılsonundaki durumumuzu 2000 ve 2010 yıllarındaki durumlarımızla karşılaştırmalı olarak ortaya koymanın gelişmemizi görebilmek açısından anlamlı olacağını düşünüyorum. Bu amaçla başlıca ekonomik göstergeleri kullanarak hazırladığım tablo aşağıdadır. Tablodaki verileri https://www.theglobaleconomy.com/ sitesinden aldım. Bu site de verileri IMF ve Dünya Bankası’ndan alıyor.

GSYH, Cari Fiyatlarla Kişi Başına Gelir ve Satın Alma Gücü Paritesine Göre Kişi Başına Gelir: Türkiye, 2000’li yıllarda, GSYH büyüklüğü olarak 178 ülke içinde 17 ile 19’uncu sıralar arasında gidip gelmiş. Burada bir başarı söz konusu değil. Hatta 18’inci sıradan 17’nciliğe çıkıp sonra 19’unculuğa gerilemesi ciddi bir başarısızlık olarak vurgulanabilir. Cari fiyatlarla kişi başına gelir hesabında da benzer bir başarısızlık örneği söz konusu. Üstelik bu durum çok yüksek enflasyona ve baskı altında tutulan USD/TL kuruna karşın böyle çıkıyor. Cari fiyatlarla GSYH hesaplanırken mal ve hizmetler piyasa fiyatlarıyla hesaba alınıyor. Öyle olunca GSYH oldukça yüksek çıkıyor. Sonra bu şekilde bulunan cari fiyatlarla TL cinsi GSYH, yıllık ortalama USD/TL kuruna bölünüyor. Bu kur da çeşitli baskılarla olması gerekenin altında tutulduğu için GSYH dolar cinsinden olduğundan yüksek çıkıyor. Bir başka ifadeyle bizim GSYH’nin yüksek çıkması enflasyonun yüksek kurun düşük olmasıyla gerçekleşiyor.

Buna karşılık satın alma gücü paritesiyle (SAGP) hesaplanan kişi başına gelirde önemli bir başarı görünüyor. Nasıl oluyor da cari fiyatlarla hesaplanan kişi başına gelirde geri gidiş söz konusuyken SAGP ile kişi başına gelirde önemli bir sıra yükselmesi yaşanıyor? Eğer gelir artmış olsa o zaman cari fiyatlarla hesaplanan kişi başına gelirde de aynı başarının yaşanması gerekirdi. Satın alınan malların fiyatları mı düşüyor da SAGP ile hesaplanan gelir yüksek çıkıyor? Böyle bir şey olmadığı da piyasadaki fiyatlardan net bir biçimde görülebiliyor. Buradaki farkın altında yatan gizem SAGP sepetine giren mal ve hizmetlerin fiyatlarının GSYH hesaplanırken alınan fiyatların değil TÜFE hesaplanırken derlenen düşük fiyatların esas alınarak hesaplanmasından kaynaklanıyor. Böylece TL, Dolara ve diğer paralara karşı daha fazla mal ve hizmet alabiliyormuş gibi gösterilince ve o sepet de SAGP hesabında esas alınınca SAGP’ye göre kişi başına gelir son yıllarda hızla yükselmiş görünüyor.

Büyüme: Türkiye, hızlı büyüyebilen bir ülke. Karşılaştırmaya esas aldığımız üç yılda en düşük büyüme 2022’de gerçeklemiş ki o bile oldukça yüksek bir büyüme hızı. Buna karşılık yüzde 5,6 ile büyüdüğü halde kendisinden hızlı büyüyen 49 ülkenin varlığı da dikkat çekici. Büyümenin oranı kadar önemli bir konu da kalitesidir. Büyümenin kalitesi bu büyümenin ülke ekonomisine nasıl bir katkı yapacağı meselesiyle ilgilidir. Büyüme, yüksek teknolojili mallar üretimi ve bunların ihracına dayanıyorsa, verimlilik artışı söz konusuysa, büyümenin gelecek için yararlı sonuçları olacak demektir. Büyüme, tüketime ve ithalata dayalı düşük teknolojili mallar üretimine dayanıyorsa bu, ülkenin gelecek yıllarda bu büyümeyi tekrarlayamayacağına ve dış borcunun artacağına işaret ediyor olabilir. Türkiye’nin büyümesi asıl olarak tüketim, ithalat ve inşaat ağırlıklı kalitesiz bir büyümeye dayandığı için gelecek yıllar açısından fazla umut vaat etmiyor.

Enflasyon: Türkiye ekonomisinin elli yıllık sorunu olan yüksek enflasyon 2010 yılında tek haneye düşmüş olsa da 2022 yılında yüzde 70’in üzerine çıkarak ülkeyi en kötü enflasyon oranına sahip üçüncü ülke konumuna getirmiş görünüyor. Türkiye, tersine pek çok program açıklanmış olsa da gerçekte enflasyonla mücadele etmiyor. Çünkü enflasyonla mücadele, faizlerin, vergilerin artırılmasına, talebin (tüketimin) düşmesine yol açacak bir dizi önlemi gerektiriyor. Bu önlemler büyümenin düşmesine ve işsizliğin artmasına yol açacak sonuçlar getirecek önlemler. Türk siyasetçisi, kendisine oy kaybettirecek olan bu önlemleri almak yerine yüksek enflasyona razı olarak gidebildiği yere kadar gitmeyi tercih ediyor.

İşsizlik: Türkiye’de yüzde 7 – 8 dolayında olan uzun dönemli işsizlik oranı ilk kez 2001 kriziyle yukarı yönlü harekete geçti ve kendisine yüzde 10’lar dolayında bir yer edindi. Enflasyonla mücadelenin önündeki önemli engellerden birisi bu mücadelenin işsizliği artıracak olması korkusu. Türkiye için asıl önemli olan işsiz olduğu halde iş arama kanallarına başvurmayan kişilerin de dâhil edildiği geniş işsizlik oranı denilen orandır. Bu oran bize gerçekte işsizliğin yüzde 20’nin üzerinde olduğunu gösteriyor.

Cari Açık: Türkiye, iç tasarrufları yeterli olmayan ve yüksek büyümeyi hedeflediği için yatırımlarını da fazla kısamayan bir ülke olduğu için tasarruf açığı (cari açık) veren bir ülke. Son yıllarda cari açığı yükseliyor. Bu da ülke açısında artan dış borçlanma anlamına geliyor.

Biz Niçin Bu Durumdayız? Bu durumda olmamızın, yanlış ekonomi politikası uygulamalarından, hataları kabul etmemeye, irrasyonel kararlardan faiz takıntısına, vergi sisteminin yanlışlığından teşvik uygulamasının bozukluğuna, bilimi ikinci plana atmamızdan eğitimde kalite düşüşüne kadar pek çok nedeni var. Bu nedenler arasında belki de en önemlisi hukukun üstünlüğü ilkesinin giderek kaybedilmesi. Danimarka’nın birinci, Venezuela’nın sonuncu olduğu Hukukun Üstünlüğü Endeksinde Türkiye, 142 ülke arasında 117’nci sırada yer alıyor. “Hukuk olmadan da yabancı sermaye çekiyor” denilen Çin, bizden 20 sıra yukarıda. https://worldjusticeproject.org/rule-of-law-index/global/2023.

Hukukun üstünlüğü sıralamasında bu kadar gerilerde olan bir ülkede bırakın yabancı sermayeyi yerli sermaye bile doğru dürüst yatırım yapmaz.

Özet ve Sonuç: Yukarıdaki tabloya bakarak son 23 yılda Türkiye’de ekonomide iyiye giden tek şeyin SAGP ile ölçülen kişi başına gelir olduğunu söyleyebiliriz. Ne yazık ki o da tümüyle bir fiyat illüzyonundan ibaret.