Bir tarafta altın ve dolar yükseliyor diye sevinç naraları atarak etrafta boy gösterenlere mi, yoksa diğer tarafta ekonomide hiçbir sorun yokmuş gibi davrananlara mı üzüleceğimi bilemediğim günlerdeyim. Her vatandaş taraftar olmayı sever. Taraf olmak, taraftar olmak, tarafını belli etmek iyidir elbette. Ama işi fanatiklik seviyesine taşımak… İşte orası sıkıntılı… Fanatiklik gözü karartır. İyiye kötü, kötüye iyi dedirtir. Bu sebeple televizyonlarda konuşanların büyük bir kısmını dinleme tahammülü bulamıyoruz kendimizde. Çünkü buram buram fanatizm kokuyor programların büyük bir çoğunluğu. Fanatizmi futbolla tanısak da zamanla dinde, hukukta, siyasette ve bugünlerde en çok ekonomi sohbetlerinde görür olduk. Bir toplumun gelişiminin önündeki en büyük engellerden biridir fanatizm oysaki. Çünkü fanatik olan kişiler, karşılıklı iki kelime konuşmayı bile beceremezler çoğunlukla, olaylara tek taraftan bakmayı adet edinmişler, adeta at gözlüğü takmışlardır gözlerine. Sağı-solu, muhafazakarı-demokratı, o partilisi- şu partilisi hiç fark etmiyor. Fanatikliği her alanda damarlarımıza kadar hissettiğimiz günlerden geçiyoruz. Zor geçen pandemi döneminde bir de fanatiklikle daha da zorlaşmakta olan günler yaşıyoruz hep birlikte.
Kaynak yaratmada sıkıntı yaşıyoruz
Bugün konuşmamız gereken şey öncelikle ülkemizin bekası, büyümesi, kalkınması ve tabii ki oluşan bütçe açıklarını kapatacak kaynak yaratılması… Büyüme ve kalkınma üzerine atılan adımlar ve verilen teşvikler oldukça kıymetli. Daha dün Teknoloji Bakanımız Sn. Mustafa Varank ekonomide istikrarı sağlamak ve nitelikli büyümeyi yakalamak için gerekenlerin yapılacağını açıkladı. Ticaret Bakanımız Sn. Ruhsar Pekcan da üretimin ve ihracatın önünü açmak için var gücü ile çalışıyor. Hedeflenen büyümeyi yakalayabilecek gibi görünüyoruz ama… Ama kaynak yaratma kısmında sıkıntı yaşıyoruz. Dolar aldı başını gidiyor, sebebi ne olursa olsun bunu durduracak gücümüzün olması; yani T.C. Merkez Bankası’nın yeterli döviz rezervi olması gerekiyor ki dışarıdan gelen her türlü saldırıya anında karşı cevap verebilelim. Bugün geldiğimiz noktada T.C. Merkez Bankası doların sert yükselişi karşısında aynı sert hamlelerle karşılık veremiyor.
Faiz artırım kararı değerlendirilmeli
80’li yıllarda Özal, yüksek faiz politikası uygulayarak, paranın yatırım yerine tasarruf mevduatına yönelmesini sağlamıştı. Bu para politikası sonucunda Türkiye’de var olan enflasyon iyice yükselmiş; ayrıca devalüasyonları da beraberinde getirerek, kuru iyice değersizleştirmişti.
O dönem ihracat ağırlıklı üretim yapan tekstil firmalarının malı gümrükten çıkıp, yurtdışına gidene kadar kurdan dolayı fiyatı arttığından maliyet hesabına bile gerek duymadan tatlı karlar elde ettiler. Ta ki Çin ve Uzak doğu piyasası yoğun nüfusu ve en ucuz iş gücü ile dünya piyasasını alt üst edene kadar.
Dolayısı ile salt para politikası enstrümanları ile bir ekonomide üretim sağlıklı yapılamadan artıya geçme imkanı yoktur.
Bugün geldiğimiz nokta ise biraz daha farklı.. Yoğun yatırımlar sonrası özel sektörün ihtiyaç duyarak borçlandığı döviz cinsinden kredilerin kur riskini taşıyoruz. Dolarizasyon sosyo-ekonomik nedenler ile had safhada, turizmden beklenen gelir pandemi nedeni ile oluşamamış halde vs. derken döviz rezervlerimizde sorun oluşmuş durumda. Enflasyon cephesinden bakıldığında ise ithalata dayalı üretim ve yine pandemi kaynaklı dış ticaret sorunları enflasyonu körükleyerek, genişlemeci para politikasının bir sonucu olan faiz düşürme politikasını maalesef geçersiz kılmakta..
Dolayısıyla aylardır beklenen faiz artırım kararının artık gecikmeden verilmesi gerekiyor. Görünen ve yaşanan o ki reel faiz pozitif olmadan doların ateşi çok da düşeceğe benzemiyor. Dolarda bir düşüş yaşansa bile tekrar yükselmesi kaçınılmaz gözüküyor. Faiz artışı her işletme sahibi veya yöneticisi gibi bireysel olarak benim de asla istemediğim bir eylem aslında. Faizlerin düşük seyretmesi işletmeleri rahatlatıyor. Çünkü kredilere hızlı ve düşük maliyetle erişim üretimi teşvik ediyor. Ama enflasyon çift hanedeyken, döviz rezervlerimiz yani cephanemiz savaşacak güçte değilken artık bu adımın beklemeden atılması gerekiyor.
İthalatta ek vergi konusu tekrar gözden geçirilmeli
Öncelikli hedef yerli üretimi teşvik etmek, ara malı ve hammaddeyi de ülkemizde ürettirmek olsa da pandemi döneminde ithal ürünlere getirilen ek vergilerin tekrar gözden geçirilmesi ve mümkün mertebe ek vergilerin kaldırılması konusunda adımlar atılması bekleniyor. Çünkü getirilen ek vergiler sadece ithalatı değil aslında diğer ülkelerinde karşı hamleleri sonucunda ihracatı da engelliyor.
Vergi affı rahatlama sağlar
Vergi affına geçmeden önce artık iyi insan olmayı, düzgün vatandaş olmayı içselleştirmeliyiz ki kayıt dışı ekonomiye geçiş verilmesin. Dolaylı vergi yerine doğrudan ve ahlak yolu ile tahsil edilmiş gelir ve kurum vergileri, sağlıklı bir gider mahsubu hayal değil , ülkemizin refahı için elzemdir.
Kaynak yaratılmasına katkı sağlamak adına vergi affına yoğunlaşılabilir ve bu af ile cari açık veren bütçemiz için yurtdışındaki kaynakların yurda getirilmesi sağlanabilir. Yeni kaynak yaratılması krizin içinde olan işletmelerin ertelenen ya da biriken ama ödeyemedikleri vergi borçlarını taksitle daha rahat ödeyebilmelerini sağlayacaktır. Bunun sonucu olarak ekonomide büyük bir rahatlama ve normalleşme sağlanabilecektir. Vergi affı ile ilgili çok çeşitli görüş var elbette. Bir kısım görüş bu tarz afların ödemelerini düzenli yapan mükellefleri cezalandırdığı yönünde. Bir kısım ise bu afların sorumlu vergicilik bakışını negatif etkilediğini dile getiriyor. Ama vergi afları, özellikle de yurtdışındaki varlıklara ilişkin gerçekleştirilen aflar sadece Türkiye’de yapılmıyor. OECD üyesi ülkelerde, Avrupa Birliği ülkelerinde de gündeme getiriliyor. İspanya, ABD, İtalya ve vergi bilinci oldukça yüksek olan Almanya’da bile vergi aflarının yürürlüğe girdiğini biliyoruz. Yani ülkeler kaynak yaratmak için ya da tahsilat sıkıntısı yaşadıklarında bu yola sıklıkla başvurabiliyorlar. Türkiye’de şimdiye kadar 30’un üzerinde vergi affı gerçekleşmiş. Bugünler ise, galiba bu affa en çok ihtiyaç duyulan günler. Hem beyanını yapmış ama ödemesini imkansızlıklar neticesinde gerçekleştirememiş işletmeler ve kişiler açısından, hem de vergi alacakları son yılların en yüksek seviyesine gelmiş ama tahsilat konusunda ciddi sıkıntı yaşayan maliye açısından. Hangi işletme elinde imkan olsa beyan ettiği vergiyi devletine ödemez ki? Sonuçta beyan ederek zaten niyetini belli eden, ödeme zorluğu yaşarken bir de pandemi ile boğuşanlar için bu af gündeme gelmeli ve vergisini ödeyenler açısından bir haksızlık olarak görülmemeli, vergisini düzenli ödeyenlere de belki ekstra indirimler verilmeli.
Bir sonraki yazımda vergi affının alt başlıklarını rakam ve istatistiklerle aktararak gerçekleşmesinin ne denli önemli olduğunu siz değerli okurlar ile paylaşacağım.
Sağlıkla kalın.