Yeni Ekonomi Programı bir ay önce yayınlandı. GSYH ve büyüme ile ilgili tahminler ve hedefler özetle şöyleydi (Kaynak: 29 Eylül 2020 tarihli 31259 sayılı mükerrer Resmî Gazete.)
2019 | 2020 | |
GSYH (Milyar TL, Cari Fiyatlarla) | 4.320 | 4.851 |
GSYH (Milyar Dolar, Cari Fiyatlarla) | 761 | 702 |
Kişi Başına Gelir (GSYH, Dolar) | 9.213 | 8.381 |
GSYH Büyümesi (Reel, %) | 0,9 | 0,3 |
GSYH, TL olarak hesaplanır ve yıllık ortalama USD/TL kuru ile dolara çevrilir. Programda 2020 yılı için GSYH tahmini 4.851 milyar TL olarak belirtilmiş. Bunun dolar cinsinden karşılığı da 702 milyar dolar olarak verilmiş. Programda ayrıca bir yıllık ortalama ve yılsonu USD/TL kuru ortalaması verilmediği için bu hesapları kendimiz yapmak durumundayız. 2020 yılı tahminleri için esas alınan yıllık ortalama USD/TL kurunu bulabilmek için TL cinsinden GSYH’yi dolar cinsinden GSYH’ye bölmemiz gerekiyor. Buna göre 2020 yılı için kullanılan ortalama USD/TL kuru (4.581 / 702 =) 6,91 oluyor. Buradan giderek yılsonu USD/TL kur tahminini de bulabiliriz. Bunun için elimizdeki bilgiler 2019 yılsonu USD/TL kuru (5,95) ve yukarıda hesapladığımız gibi 2020 yılı ortalama USD/TL kuru (6,91.) Bu iki veriyi kullanarak yılsonu USD/TL kurunu şu formülle hesaplayabiliriz: 2020 Yılı Ortalama Kuru = [(2019 Yılsonu Kuru + 2020 Yılsonu Kuru) / 2]. Buradaki bilinmeyen 2020 yılsonu kuru olduğuna göre ona x diyelim ve eldeki verileri buna göre yerlerine koyalım: 6,91 = (5,95 + x) / 2 = 7,87. Programda yer alan verilerden giderek yaptığımız bu hesaplamaya göre Yeni Ekonomi Programı 2021 – 2023’ün 2020 yılsonu zımni USD/TL kuru 7,87 olarak karşımıza çıkıyor.
Bugün (30 Ekim 2020 saat 13:00) USD/TL kuru 8,34. Demek ki programın açıklanmasından bir ay sonra ve yılın bitimine 2 ay kala kur tahmini [(8,34 – 7,87) / 7,87 =] yüzde 6 dolayında bir negatif sapma gösteriyor. Önümüzde daha iki ay olduğuna göre sapmanın çok daha yukarılara gideceği söylenebilir.
Programlar yapılırken kur tahmini en önemli tahminlerden birisidir. Enflasyon, büyüme gibi göstergelerin tahmini kur tahminiyle şekillenir. Dolayısıyla kur tahmini tutmazsa gerisi zaten tutmaz. 2020 yılı tutmazsa 2021 – 2023 dönemini kapsayan tahminlerin hiçbiri tutmaz. Çünkü sonraki yılların tahminleri içinde bulunulan yılın tahminleri üzerine inşa edilir.
2020 yılı başında Türkiye’nin toplam dış borç tutarı 438 milyar dolardı. Bunun o günkü kurla karşılığı (438 x 5,95=) 2,6 trilyon TL idi. Bugün dış borçların toplamı 421 milyar dolar. Bunun bugünkü kurla karşılığı 3,5 trilyon TL. Bir başka deyişle dış borçlarımız 17 milyar dolar azaldığı halde 900 milyar TL artmış.
Yıl başında 1 milyon dolar borcu olan bir şirket düşünün. O gün borcunu ödemek için 5.950 bin liraya ihtiyacı vardı. Bugün aynı borcu ödemek için 8.340 bin liraya ihtiyacı var. TL cinsinden borcu yüzde 40 artmış bulunuyor. Eğer bu dönemde kazancını en az bu kadar artıramamışsa (ki bu birkaç istisna dışında mümkün değil) bu şirketin yaşama şansı giderek yok oluyor demektir.
Türkiye’nin bugünkü sorunu faizin artırılıp artırılmaması değil, TL’nin sürekli dış değer kaybı yaşaması. Dolayısıyla önlem alınması gereken konu kur konusu. Böyle bir ortamda Merkez Bankası’nın ‘bizim kur politikamız yok’ demesi bir anlam ifade etmiyor. Çünkü kurun böyle başı boş gitmesi Merkez Bankası’nın yasal sorumluluğu altındaki ‘fiyat istikrarını’ bozan en önemli etken oluyor.
TL’nin dış değerinin bu hızla düşmesinin bazı sonuçları var: (1) Üretimde kullanılan ithal girdiler nedeniyle enflasyon hızla artacak. (2) Dış borçlarımız için bulmamız gereken TL karşılıkları hızla yükselecek. (3) Risklerle birlikte CDS primi yükselecek. Bu da Türkiye’ye dış kaynak girişini kısıtlayacak ve maliyetini yükseltecek.
Bu aşamada iki seçenek görünüyor: (1) Mevcut uygulamaya devam edilir. Yani bir yandan Merkez Bankası ya da kamu bankaları rezervleri kullanılarak döviz satışı yoluyla kur artışı denetlenmeye çalışılır, denetlenemeyince de değer kaybı ‘rekabetçi kur’ adı altında meşrulaştırmaya çalışılır. Bir yandan da faiz arttırılmamış gibi gösterilerek arttırılmaya devam edilir. Bu seçeneğin bir çözüm getirmediği bugüne kadarki uygulamadan açıkça görüldü. Bu dolaylı yollarla yapılan uygulamalarla kuru tutmak mümkün olmadığı gibi Merkez Bankası işe yaramayacak şekilde faizi yükselttiğiyle kaldı. (2) Merkez Bankası faizi dolaylı olarak değil açıkça artırmak yoluna gider. Faiz artışının bir sonuç sağlayabilmesi için politika faizini (halen yüzde 10,25) en az yüzde 15 düzeyinde çıkarmak gerekir. Bu bile soruna ancak geçici çözüm getirebilir. (3) Çözümü geçici olmaktan kalıcı olmaya taşımak istiyorsak o zaman uzun ve acılı bir yol olan yapısal reformlara girmekten başka çaremiz bulunmadığını kabul etmemiz gerekiyor.