2.Dünya Savaşı sonrasında, savaştan en güçlü ekonomi olarak çıkan ABD, uluslararası sistemin kendi hegemonyasında yürüyeceği bir uluslararası ekonomik çevreyi inşa etti. Bir tarafta IMF ve onun kontrolünde Bretton Woods uluslararası para sistemi, diğer tarafta Dünya Bankası. Atlantik İttifakı’nın yeniden inşası için oluşturduğu Marshall Yardım Planı’ndan OECD doğdu. Uluslararası ticaretin serbest kurallar içinde yürümesi adına GATT’ı da oluşturdu; ki GATT 1996’da Dünya Ticaret Teşkilatı oldu. Tüm bu süreç ABD Dolarının rezerv para olacağı, ABD’nin tüm bir uluslararası ödemeler sistemine hakim olacağı bir dönemi de ifade etmekteydi.
Nitekim, 1945’de altının dünya merkez bankalarının rezervlerindeki payı yüzde 70’in üzerinde iken, 1970’e geldiğimizde ABD Doları’nın rezervlerdeki payı yüzde 60’ın üzerine çıkarken, altının payı yüzde 30 civarına gerilemişti bile. 1999’da doların rezervlerdeki payı yüzde 71 iken, bugün aynı pay yüzde 59’a gerilemiş durumda. Peki, ‘Dolar İmparatorluğu’ tehdit altında mı? Kesinlikle, evet. En kritik nedenlerden birisi, son 10 yılda ABD yönetimlerinin doları ve dolar cinsinden uluslararası ödeme sistemini artık bir ‘silah’, duruşunu, mücadelesini, kararlarını beğenmediği ülkelere karşı bir ‘tehdit’ unsuru olarak kullanması. Bu ‘hastalıklı’ tavır, Küresel Güney ülkeleri nezdinde dolar bazlı ödeme sistemine yönelik ‘alerji’yi adeta kabarttı. Ayrıca, küresel ve bölgesel jeopolitik gerilimlerde, ABD’nin BM kararlarına bile gerek görmeden uyguladığı ‘haksız’ ve ‘adaletsiz’ yaptırımlar ve ticaret politikaları, birçok ülkeyi artan bir tempoyla dolar dışı alternatiflere yönlendirdi.
Yazının devamı için TIKLAYINIZ!