Devekuşu Teorisi

Türkiye’de, uzun süredir, siyasal iktidarın asıl uğraşısı ekonomiyi krizden çıkarmak için çabalamaktan çok kriz yokmuş gibi göstermek haline dönüşmüş görünüyor. Ne var ki bu, herkesin bildiğini saklamaya çalışmaktan ibaret olan çaba sonuçta, bir tehlike hissettiğinde başını kuma gömen devekuşu gibi kendini kandırmaktan başka bir işe yaramıyor.[i]

Geçtiğimiz haftalarda gerçeklerin inkâr edilebilecek hali kalmadığı anlaşılınca faiz neden – enflasyon sonuç teorisi bir yana bırakılarak Merkez Bankası faizi iki katına yakın yükseltildi. Ne var ki bu artış beklenen etkiyi yaratamadı. Bunun iki nedeni var: (1) Açıklanan enflasyonla gerçek enflasyon arasındaki ciddi fark faiz artışının anlamlı bir önlrm olarak algılanmasını engelliyor. (2) Faiz artışına siyasal iktidarın en yüksek makamının desteği yok. Faiz artışı çaresizlikten kabullenilmiş görünüyor. ‘Kerhen artırılan faizin etkisi zayıf olur.’

Devekuşu teorisini terk ettiğimizi göstermenin ilk yolu enflasyon hesabını gerçekleri gösterecek şekilde yapmak. Enflasyonun hızla yükseldiği bir ortamda enflasyon düşük çıkarılmaya başlandı. Toplumun dikkati TÜFE (manşet enflasyon) üzerinde yoğunlaştığı için düşük gösterilen de oydu. ÜFE pek fazla kimsenin radarında olmadığı için orada herhangi bir düşük gösterme çabası olmadı. O sıralarda üniversite öğretim üyelerinin oluşturduğu ENAG adlı bir grup, verileri elektronik yolla toplayıp enflasyon ölçümüne başladı. İlk sonuçları yayınladıkları andan itibaren TÜİK’in açıkladığı enflasyonla arada iki kat fark olduğu ortaya çıktı. ENAG’ın açıkladığı tüketici enflasyonu, sokaktaki insanın hissettiğini söylediği enflasyon oranına çok daha yakındı. Enflasyon oranını düşük gösterince faizler de düşük oluyor ve dolayısıyla enflasyonu düşürme etkisi çok zayıf kalıyor.

Büyüme oranları da uzunca bir süredir tartışmalı. Buradaki tartışma ölçme sorunlarının yanı sıra enflsyonun gerçeğe göre düşük açıklanmasından kaynaklanıyor. Açıklanan enflasyonun gerçek olandan düşük olması ilginç bir sonuç doğuruyor. GSYH hesabı için üretilen mal ve hizmetler piyasadaki fiyatlarıyla hesaba alınıyor ama açıklanan enflasyonu baz alan zımni deflatörle reel hesaba dönüştürülünce büyüme yüksek çıkıyor.

Bir başka sorun işsizlik hesabında karşımıza çıkıyor. TÜİK’in açıkladığı işsizlik oranı yüzde 10,3. Bu oran hesaplanırken hesabın yapıldığı günden geriye doğru dört hafta içinde işsiz olup da iş arama kuruluşlarına iş için başvuruda bulunan kişiler alınıyor ve bu sayı toplam işgücüne bölünüyor. Eldeki son verilere göre Nisan 2023’de işsizlik oranı % 10,2 olarak bulunuyor. Son dört haftada herhangi bir iş arama kuruluşuna bavuruda bulunmamış ama işsiz insanların sayısını da hem işsiz sayısına hem de işgücüne ekleyerek bu hesaplamayı yaptığımızda karşımıza geniş işsizlik oranı denilen bir oran çıkıyor. Bu oran yüzde 23,8 yani yukarıda değindiğimiz ve kamuoyunun konuştuğu işsizlik oranının iki katından fazla. Gerçek işsizlik oranı budur. Burada bir hile, hata falan söz konusu değil, ILO standartları böyle. Sorun iki işsizlik oranı arasında büyük fark olmasından kaynaklanıyor. Gelişmiş ekonomilerde işsizlik oranları arasında bu kadar fark olmuyor, çünkü oralarda işsizler sürekli başvurularını yeniliyorlar ve işsizlik oranıyla geniş işsizlik oranı arasında birkaç puandan fazla fark oluşmuyor. Oysa bizde işsiz kalanlar bir süre sonra başvurudan vazgeçiyor. Bunun sonucu olarak da iki işsizlik oranı arasında büyük farklar oluşuyor. Bizdeki gerçek işsizlik oranı geniş işsizlik oranına yakın düzeyde.

Kur korumalı mevduatla (KKM) ilgili yapılan son düzenleme bütçe açığını düşük göstermeyi amaçlıyor. KKM için doğan kur koruması ödemeleri (ki bunlar adına faiz denmese de faiz farkıdır) normal olarak Hazine tarafından bütçeye gider yazılarak ödenecek, bu ödemeler bütçe açığını artıracaktı. Şimdi yeni bir düzenlemeyle bu ödemelerin Hazine tarafından değil Merkez Bankası tarafından yapılması karara bağlanmış bulunuyor. Bu durumda bu ödemeler bütçeye gider yazılamayacağı için bütçe açığı artmayacak ve böylece bütçenin görüntüsü kurtarılmış olacak. Buna karşılık bu ödemeler Merkez Bankası’na devredildiği için Merkez Bankası bu ödemeleri para basarak yapacak. Ödemeyi Hazine yapacak olsaydı bu miktarları ödemek için piyasadan borçlanacaktı. Bu, hem faiz giderlerini artıracak hem de bütçe açığını büyütecekti. Bu düzenlemeyle Hazine ödemeyi yapmayacağı için bütçe açığı büyümeyecek, Hazine borçlanmayacak. Buna karşılık Hazine’nin borçlanma gereksinimi Merkez Bankası’nın para basmasıyla karşılanacak. Bir anlamda Hazine’nin borçlanma ihtiyacı Merkez Bankası tarafından karşılanmış olacak. Kısa vadeli avans yoluyla Merkez Bankası’ndan borçlanması yasaklanmış olan Hazine, avans falan kullanmadan borcunu doğrudan Merkez Bankası’na devretmiş olacak.

Bütçenin görüntüsü, yalnızca KKM’yi Merkez Bankası’na devrederek düzelecek gibi görünmüyor. O nedenle peş peşe vergi artışları geliyor. 5 Mayıs 2023 tarihinde bu blogda yayımlanan Enkaz başlıklı yazımı şöyle bitirmiştim: “Siyasal iktidar, çeşitli hamlelerle bu feci enkazı seçime kadar gizlemeyi başardı. Pek çok kişi durumun iyi olduğunu sanıyor. Eğer iktidar el değiştirirse yeni gelenler bu feci tabloyu devralacak. Ve eğer bu durumu halka anlatmayı başaramazlarsa enkazı onların yarattığı sanılacak. Eğer iktidar değişmezse, tarihimizde ilk kez bir siyasal iktidar kendi kendisine büyük bir enkaz devretmiş olacak.” Şimdi bu enkazla uğraşmak durumundayız. Bu uğraş, uzun ve acı verici bir gelecekten başka bir şey vaat etmiyor.


[i] Aslında devekuşunun tehlike halinde başını kuma gömmesi bir safsatadan ibarettir. Gerçekte devekuşu kendisine doğru gelen tehlikenin sesini duymak için kulağını yere dayar. Bununla birlikte bu safsata o kadar yayılmıştır ki herhangi bir tehlikeyi görmezden gelme eylemini tanımlamak için ‘devekuşu gibi kafasını kuma gömmek’ ifadesi kullanılmaya devam etmektedir.