Utku Altunöz – 14.07.2013
Bu yazımda geçen ay kaleme aldığım ve önümüz aylarda Uludağ Üniversitesi İİBF Dergisi’nde yayınlanacak olan çalışmama yer vermek istiyorum. İktisat yazınında önemli bir yere sahip olan crowding out etkisini 1989 -2004 yılları arasında kurduğum ekonometrik modelle inceledim. Sonuçlar oldukça ilginç. Öncelikle sizlere crowding out etkisi ve neden 1989 -2004 yıllarını seçtiğim konusunda bilgi vermek istiyorum.
Artan kamu harcamaları ile özel yatırım harcamaları ve faiz oranı gibi iktisadi değişkenler arasındaki etkileşim, söz konusu iktisat politikası hedeflerini gerçekleştirme sürecinde etkin bir rol oynamaktadır. Belirli bir kaynağı olmayan kamu harcamaları çoğu kez yüksek faiz oranlarına neden olmaktadır. Yüksek faiz oranları ise özel yatırım harcamalarını dışlayacaktır. Milli geliri;
Y=C+I+G
Olarak formülize edersek kamu harcamalarındaki (G) bir artış, faiz oranı aracılığıyla özel yatırım harcamalarını (I) düşürecek fakat milli gelir seviyesi (Y) değişmeyecektir. Ekonomide dışlama etkisi (Crowding-out) olarak adlandırılan bu durum, kamu harcamalarından doğan bütçe açığı ve söz konusu açığın finansmanı nedeni ile ülkemiz içinde önemli bir olgudur.
Bu nedenle ekonometrik modelimizin en iyi sonucu vermesi amacıyla 2000 ve 2001 krizlerini de içine alan 1989-2004 yılları seçilmiştir.
1990-2000 Yılları arasında Türkiye’de İç Borçlanmanın Durumu
90’lı yılların dünyada en büyük gelişmesi Sovyetler Birliğinin dağılması ve dolayısıyla liberal ekonominin ön plana çıkması olmuştur. İki kutuplu olan ve sürekli silahlanan bir dünya bu yaşanan barış ortamıyla en azından silahlanma harcamaları konusunda bir indirime gitmiştir. Türkiye’de özellikle 90’lı yılların başından itibaren işçilik maliyetlerindeki büyük artışlar ve enerji fiyatlarındaki yükselme nedeniyle Türkiye hem yerli hem de yabancı sermaye için cazibesini kaybetmiş ve bu yatırımcılar kendilerine çok daha cazip imkânlar sunan pazarlar aramışlardır. Türk sanayicisi ve işadamları yabancı sermayeye cazip imkânlar sunan eski Doğu Bloğu ve eski Sovyet Cumhuriyetlerine önemli oranda yatırım yapmış ve tesisler kurmuşlardır. Ayrıca bu ülkelere ciddi cirolara ulaşan müteahhitlik hizmeti de sunulmuştur. Özellikle 1986 yılı sonrasında ekonomiye net bir dış kaynak girişinin olmaması ve vergilerin düşük düzeylerde seyretmesi borçlanmayı hızlandırmıştır (Ulusoy, 2001: 98). Sonuçta iç borç stokunun GSMH’ya oranı 1985 yılında %4 düzeyinden 1994 yılında %20,6 düzeylerine ulaşmıştır. 1994 ve 1995 yıllarında Hazine Bonosunun payı oldukça yüksek seviyede gerçekleşmiştir. 1994’de tahvilin payı %2,5 seviyelerinde iken, 1995 yılında ise %12,8’e yükselmiştir. % 12,8’e yükselen tahvillerin %90’ından fazlası ( %11,7), 1 yıl vadeli tahvillerden oluşmaktadır. Kısaca uzun vadeli borçlanma senetlerinin payı 1995 yılında yok denecek kadar azdır. 1994-1995 döneminde iç borçlanmanın alıcılara göre dağılımında %71,5 olan bankaların payı 1995’te %81,6’ya yükselmiştir. 1996-1998 döneminde, tahvil, bono, konsolide borçlar ve avansların seyrinin oldukça düzensiz olduğu görülmektedir. Genel olarak tahvil ve bonoların artış eğiliminde, konsolide borçlar ve avansların azalış eğilimindedir. Merkez Bankası’ndan alınan avansların düşmesinin nedeni, sağlıklı, kararlı ve ilkeli bir maliye politikası değil, alınan avansların zamanında ödenmeyerek konsolide borçlar içine aktarılmasından kaynaklanmaktadır.
2001’ den Günümüze Türkiye’de İç Borçlanmanın Durumu
2001 yılında yaşanan ekonomik kriz ve daralma, devalüasyon ve krizin faizler ve borçlanma vadeleri üzerinde yarattığı olumsuz etkiler sonucunda iç borç stoku büyük önemli ölçüde artmıştır. Bunda kriz dolayısıyla artan borçlanma faizleri yanı sıra TMSF kapsamına alınan bankalara ve biriken görev zararları için kamu bankalarına aktarılan “özel tertip iç borçlanma senetlerinin de (nakit dışı) katkısı vardır. Bu yılda 36 katrilyon TL düzeyinde olan iç borç stoku 2001 yılı sonunda 122 katrilyon liraya yükselmiştir. Krizi izleyen yıllarda iç borç stoku nominal olarak artmış olmakla birlikte artışhızı düşmüş, başka bir ifadeyle GSYH’ya nisbeten iç borçların ağırlığı azalmıştır. Ancak iç borçlanmada esas sorun olan vadelerin kısalığı ve yurtdışı yerleşiklerin iç borç stokundaki payı özellikle 2002, 2003, 2004 ve 2005’te büyük artış göstermiştir. Her iki değer de 2006 yılında yatay seyir izlemiş, 2007’de bir miktar artmış ancak 2008 yılının 2. çeyreği itibariyle tek azalma eğilimine girmişti.
Ekonometrik Analiz sonucuna Göre Ülkemizde Dışlama Etkisi Ne Durumda?
Analizimizde değişkenler olarak özel yatırım harcamaları, kamu kesimi sabit sermaye yatırımlarını, iç borç stokunu, reel GSMH’yı, devlet iç borçlanma faiz oranlarını, Toptan eşya fiyat endeksini kullanacağız. Tüm değişkenler sabit fiyatlarla hesaplanan verilerden oluşmuştur. Ekonometride popüler bir yaklaşım olan sınır testi analizi kullanılarak ulaşılan sonuçlara göre kamu iç borçlanmasının söz konusu dönemde özel sektör yatırımları üzerinde önemli azaltıcı etkisinin bulunduğu; yani kamu iç borçlanmasının dışlama etkisi yarattığı görülmüştür. Ekonometrik tahmin sonuçlarından, kamu iç borçlanmasının dışlama etkisinin faizlerden çok, özel kesim fonlarının kamu kesimine aktarılması yoluyla oluştuğu, ayrıca, özel yatırımlar üzerinde bir diğer önemli dışlayıcı faktörün de kamu sabit sermaye yatırımlarının olduğu izlenmiştir. Bu sonuca göre kamu kesimi finansmanında, iç borçlanma yerine vergileme daha etkin kullanılması,. kayıt dışı ekonominin kayıt altına alınması, vergi gelirlerini artırabilecek önemli bir unsur olacaktır. Benzer şekilde kısa vadede kamunun özellikle israf niteliğindeki tüketim harcamalarının kısıtlanması, piyasaları olumsuz yönde etkileyebilecek mevcut iç borçların, vadelerinin uzatılması, KİT’lerin bütçe üzerinde yaptığı baskının hafifletilebilmesi için özelleştirme programına hız verilmesi ve sosyal güvenlik kurumları kamunun sırtında bir yük olmaktan çıkarılması, kamu yatırımlarının özel sektör yatırımlarını dışlama etkisini azaltabilecektir. ÖZELLEŞTİRMEYE GÖZÜMÜZ KAPALI KARŞI ÇIKARKEN, SONUÇLAR OLDUKÇAŞAŞIRTICI DEĞİL Mİ?
Yrd. Doç. Dr. Utku Altunöz