İnsanlar niçin vergiye değil de doğal gaz faturasına daha fazla tepki gösteriyor?
Çevremize baktığımızda Türk insanının vergiden ziyade diğer alanlardaki artışlara tepki gösterdiğini görüyoruz. Örneğin doğal gaz faturalarının yükselmesine büyük tepki gösteren insanlar harcamalarından ya da gelirlerinden alınan vergilere benzer bir tepki göstermiyorlar.
Bunun iki nedeni olduğunu düşünüyorum. İlki; insanların çoğunun ödediği vergilerden haberi yok. Gelir vergisi, çalışanlardan stopaj yoluyla alınıyor ve net ücret ödeniyor. Birçok insan bu verginin tutarını bile bilmiyor. Harcamalarda KDV ve ÖTV fiyatın içinde gizleniyor. Dolayısıyla çoğu insan ödediği vergiyi bilmiyor ama doğal gaza ödediği miktarı biliyor. O nedenle de vergiye değil bu tür ödemelere çok daha fazla tepki gösteriliyor. Mesela bir kişiye kesintili olarak 3500 TL maaş ödemek yerine 4200 TL maaş ödeyip 700 TL’sini gelir vergisi olarak vergi dairesine yatırmasını isteseniz ya da satın aldığı bir tüketim malının fiyatını 118 TL yerine 100 TL koysanız ve o kişiden ayrıca 18 TL KDV ödemesini isteseniz tepkiler çok farklı olurdu.
Kanal İstanbul yatırımı mı yoksa İstanbul’daki binaların olası bir depreme karşı güçlendirilmesi mi akıllıcadır?
Dünyanın en zengin insanı ya da ülkesi için bile kaynaklar sonsuz değildir. İlk kez 1894 yılında David L. Green tarafından ortaya atılmış olan alternatif maliyet ya da fırsat maliyeti kavramı pek çok açıdan eleştirdiğimiz neoklasik ekonomi teorisinin bel kemiğini oluşturmaktadır. Kaynaklar sonsuz olmadığına göre o kaynaklarla bir şeyi yapmaya karar verdiğimizde bir başka şeyi yapmaktan vazgeçiyoruz demektir. İşte o vazgeçtiğimiz şey yaptığımız şeyin alternatif maliyetidir.
Kanal İstanbul’un maliyeti 75 milyar TL olduğuna göre bunu yapmaya harcayacağımız bu parayla örneğin İstanbul’da olası bir depremdeki faciayı önlemek için yapı sağlamlaştırmaya ayırabileceğimiz parayı kanala harcamış oluruz. Bir başka ifadeyle Kanal İstanbul’a harcanacak para, olası bir İstanbul depremindeki faciayı önlemenin alternatif maliyetidir.
Denilebilir ki ikisini de yapalım. Bütçesi açık veren bir ülkenin bu tür ek harcamaları daha fazla bütçe açığı vererek ve dolayısıyla borçlanarak yapacağını düşünürsek bu da rasyonel bir yaklaşım olmaz. Kaldı ki ikisi için uygun maliyetle finansman bulmak da pek mümkün olmayabilir. Ekonomideki ilk kural kısıtlı imkânların en rasyonel yerde kullanılmasıdır. (Siyasetteki ilk kuralın ekonomideki ilk kuralı dinlememek olduğu şeklindeki yaklaşım buralarda fazlasıyla geçerlidir.)
Firmaların maliyetlerinde kur mu yoksa faiz mi daha çok yer tutuyor?
Çoğu insan faizlerin yüksekliğinin firmaların maliyetleri üzerinde negatif etkiler yarattığı ve dolayısıyla yüksek faizin yatırımları olumsuz yönde etkileyen en güçlü unsur olduğu konusunda düşünce birliği içindedir. Bu iddiada doğruluk payı vardır. Ne var ki bu doğruluk payı dolarizasyon etkisindeki çift para sistemli ekonomiler için yalnızca kendi parasını kullanan ekonomilerde olduğu doğru değildir.
Türkiye gibi dolarizasyon etkisi altında çift paralı bir sistem içindeki ekonomilerde kur unsuru, firmaların yatırım kararları üzerinde, faizden çok daha olumsuz etkiler yaratır. Bunun nedeni kur etkisinin faiz etkisinden çok daha fazla olabilmesidir. Bu konudaki son durumu yıllar itibarıyla karşılaştırmalı olarak gösterebilmek için Merkez Bankası’nın 2020 yılının ilk Enflasyon Raporundaki bir tabloyu dikkatlerinize sunayım (TCMB, Enflasyon Raporu 2020 – I, sayfa 42, Tablo 1.)
Tablodan görüleceği gibi 2018 yılında firmaların maliyet yapısındaki yüzde 70 dolayındaki ağırlık üretim maliyetlerinden kaynaklanıyor. Buna ek olarak faaliyet giderleri yüzde 7 dolayında bir yer tutuyor. Kambiyo zararları (kur etkisi) yüzde 14’e yaklaşırken finansman giderleri (ağırlıklı olarak faiz giderleri) yüzde 5,4 oranında yer tutuyor. Yıllar itibarıyla baktığımızda 2012 yılı dışındaki bütün yıllarda kur, faizden daha ağırlıklı bir maliyet unsuru olmuş görünüyor. 2017 ve 2018 yıllarında kurun faize göre ağırlığı çok daha fazla hissedilir olmuş.
Türkiye’de faiz, gelişmiş ülke ekonomilerinde olduğundan çok daha farklı bir rol üstleniyor. Yalnızca enflasyonu değil aynı zamanda enflasyonu da etkileyen kuru kontrol etmeye yarıyor. Özetle faizi düşürünce eğer kur yükseliyorsa bu durum firmaların maliyetini azaltmıyor, tam tersine arttırıyor. O nedenle de faiz düşünce firmaların yatırımları artmıyor.