Mahfi Eğilmez – 02.05.2016
Son dönemde şu iddiayı sıklıkla duyar olduk: Osmanlı İmparatorluğu bilim, teknoloji, sanat ve kültürde ileriydi, Türkiye Cumhuriyeti kurulup da alfabe değişikliğine gidilince geçmişin bilgi birikimi yok oldu, o nedenle bir türlü ileri gidemiyoruz. Bu iddia doğru mu ya da hangi ölçüde doğru?
Teorik fizik profesörü Michio Kaku ‘Geleceğin Fiziği’ adlı çok satan kitabında 16’ncı yüzyılda dünyadaki en büyük iki gücün Çin İmparatorluğu ve Osmanlı İmparatorluğu olduğunu öne sürüyor. İddianın askeri güç açısından doğruluğunu biliyoruz. Ekonomik güç açısından doğru olup olmadığını anlamak için en kestirme yol OECD tarafından yürütülen Maddison projesinin hesaplamalarına bakmak (ekonomi tarihçisi Angus Maddison, sağlığında yaptığı hesaplamalarda, 1 yılından başlayarak dünya nüfusu ve GSYH’sını bölgelere ve ülkelere göre ortaya koymuştu.) Maddison projesinde ortaya konan hesaplara baktığımızda (1990 Geary – Khamis Dolarına göre) 16’ncı yüzyılda Çin, dünya GSYH’sının yüzde 25’ine, Osmanlı İmparatorluğu da yaklaşık olarak yüzde 6’sına sahip bulunuyormuş. Bugünkü çerçevede düşünürsek Çin günümüzün ABD’si, Osmanlı da günümüzün Japonya’sı büyüklüğünde görünüyor.
Kaku’ya göre 16’ncı yüzyılda Avrupa, bilimsel de olsa din anlayışına karşı çıkabilecek düşüncelerin açıklanmasını ve tartışılmasını yasaklamış ve tümüyle Hristiyanlığın ayrıntılarına boğulmuş durumda iken Çin ve Osmanlı’da bilimsel icatlar, buluşlar yapılıyor, eğitim buna göre biçimlendirilmiş bulunuyordu. Çin, baruttan pusulaya kadar uzanan birçok buluşa imza atar, Çin donanması batılılardan çok önce keşiflerde bulunurken, Osmanlı İmparatorluğunda bilim adamları yıldızlara isim verecek kadar ileri çalışmalar içindeydiler. İstanbul medreseleri dünyanın birçok ülkesinden bilim adamları için çekici bir merkez konumundaydı.
İzleyen dönemlerde işler tersine gelişti. Avrupa Rönesans ve Reformla birlikte aydınlanma çağına girip de inancın yerine bilimi öne çıkarırken, Çin, ekonomisinin ve askeri gücünün büyüklüğüne aldanıp bilimden uzaklaştı. Osmanlı ise aşağı yukarı aynı dönemlerde bilimin yerine dini öne çıkarmaya yöneldi. Pek çok alandaki bilimsel çaba hep dine aykırılık nedeniyle kenara atıldı (en bilinen iki örnek: Hezarfen Ahmet Çelebi ve Lagari Hasan Çelebinin çalışmalarıdır.)
Malezyalı siyasetçi (eski başbakan) Mahathir bin Mohamad bu durumu şöyle vurguluyor: “Müslüman âlimlerin, bilgi edinmeyi, sadece dini bilgi olarak yorumlamaları, dini bilgi dışındaki bilgiyi İslam dışı bilgi olarak görmeleri sonucu büyük İslam uygarlığı düşüşe geçti. Müslümanlar, bilim, matematik, tıp ve diğer sözde dünyevi öğretileri çalışmayı bıraktılar. Bunun yerine, İslam’ın öğretileri ve yorumları üzerine, İslam hukuku, İslami uygulamalar üzerine tartışmaya zaman harcar oldular.” Sonuçta Avrupa bilim ve teknolojide ileri giderken Çin ve Osmanlı İmparatorlukları, farklı nedenlerle de olsa sonuçta bilim ve teknolojiden uzaklaştıkları için, çöküşe geçtiler.
Bu saptamalardan Osmanlı İmparatorluğu’nun birçok alanda ileri olduğu fakat bu ileriliğini Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra kaybettiği iddiasının ilk bölümünün doğru ikinci bölümünün yanlış olduğu ortaya çıkıyor. Osmanlı imparatorluğu bilim ve teknolojideki ileriliğini Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından yaklaşık 400 yıl önce kaybetmeye başlamış.
Çin, son dönemde bilim yoluna geri döndü. Bilime dönüş yolunda tavizsiz devam ettiği için bilim ve teknolojiye katkı yapmaya başladı ve 16’ncı yüzyıldaki gücüne yeniden ulaşma aşamasına yaklaştı.
Osmanlı İmparatorluğu yıkılıp da yerine Türkiye Cumhuriyeti kurulunca Türkiye de yeniden bilime dönüş yaptı. Ne var ki bu dönüş kesintisiz ve kararlı bir dönüş olamadı ve din ile bilim arasında sürekli gel gitler yaşandı. O nedenle Türkiye, bilim yoluna Çin’den daha erken girmiş görünse de, o yolda kararlı olarak yürüyemediği için, Çin’in gösterdiği başarıya yaklaşamamış durumda bulunuyor.
Kaynaklar:
1. Michio Kaku, Geleceğin Fiziği, TAV, ODTÜ Yayınları. Sayfa 333 – 336.
2. Angus Maddison, Maddison Project (OECD) ve Angus Maddison database