Mahfi Eğilmez – 27.04.2015
Konu ister istemez siyasete kaydığı için, partilerin seçim programları üzerine şimdiye kadar yazı yazmadım. Aşağıdaki ekonomik içerikli okur sorusu olmasa yine yazmayacaktım. Konu işin ekonomik yönü olunca okuruma verdiğim yanıtı genişleterek bir yazı haline getirmemin ve burada paylaşmamın doğru olacağını düşündüm.
Okur sorusu: Son zamanlarda tartışma konusu olan CHP’nin ekonomi programı konusu ile ilgili sorumu sormak istiyorum;
CHP’nin, eğer iktidara gelirse sunduğu vaatleri yerine getirmesinin bütçeye, kendilerinin hesabına göre 75 milyar TL, AKP’nin hesabına göre ise 150 milyar TL yük getireceği ifade ediliyor. Bu vaatlerin genel olarak kamu harcamalarını artıracağı ortada.
(a) Böyle bir durumda artan kamu harcamaları; vergilerin artışı ile finanse edilerek başka kesimlerin harcanabilir gelirlerini azaltacak. Bu durumda da harcamalar yönünden ekonomide pek fazla bir değişiklik olmayacak. Örneğin benim ekonomide harcayacağım parayı devlete vergi olarak vermem durumunda bunu ben harcayamayacağım ama buradan gelen parayı ücret olarak alacak olan emekliler ve asgari ücretliler harcayacak. Bunun gelir dağılımı açısından olumlu etkileri olsa da harcama yönünden etkisi nötr olacaktır.
(b) Eğer eskisine nazaran artan kamu harcamalarının vergilerle finanse edilme yöntemi seçilmezse borçlanma yöntemine başvurulacak. Bu durumun olumsuz etkisi dışlama etkisi dediğimiz crowding-out effect durumu olarak karşımıza çıkacak. Harcama açısından ekonomide değişiklik olup olmadığına bakarsak bu koşullar altında özel sektör yatırım yapacağına devlet bu parayı piyasadan çekerek yatırım harcamasında ya da transfer harcamalarında kullanacağından harcamalar açısından yine bir değişiklik olmayacak. Özel sektör yatırım yapacağına kamu sektörü yatırım yapacak.
(c) Son olarak artan kamu harcamaları vergiyle veya borçlanmayla karşılanacak yerde para basılarak finanse edilebilir. Bu da bizi hiperenflasyona götürecektir. Nitekim para basarak finanse etme durumu da 2002 de yasalarla kısıtlanmıştır. Böyle bir şeyin olasılık dahilinde bile olmadığını düşünürsek yukarda söylediğim gibi 2 durum kalıyor; transfer harcamalarının vergilerle finanse edilmesi durumunda harcama bakımından etkisi genişletici ya da daraltıcı değil nötr olacaktır. Aynı şekilde kamu borçlanma politikasını seçerek yatırım yaparsa bu sefer de özel sektör yatırımları dışlanacaktır. Yani özel sektör yatırım yapacağına kamu kesimi yatırım yapacaktır. Her ikisinin de matematiksel olarak harcama çarpanı eşit olduğundan burada da nötr bir etki ortaya çıkacaktır.
Yanıtım: Siyasal içeriğinin yoğunluğu nedeniyle girmeyi düşünmediğim bir konu, bu soruyla tümüyle ekonomik bir çerçeveye oturduğu için yanıtlamaya çalışacağım.
(a) Emekliler ve asgari ücretlilerin harcama eğilimi diğer kesimlere göre çok daha yüksektir. Çünkü bu grubun geliri düşüktür ve büyük çoğunluğu itibariyle elde edilen ücret gelirleri tasarrufa gitmez, harcamaya dönüşür. O nedenle üst gelir gruplarından alınacak vergilerin bu gruba ücret olarak aktarılması halinde harcamalar eskisine göre artar. Yani talep eğrisi sağa kayar. Bir başka ifadeyle harcamalar eskisine göre artar bu da durgunluğa giden ekonomide canlanma yaratabilir. Öte yandan geliri yüksek harcama eğilimi düşük olan kesimden, emeklilere ve asgari ücretlilere vergi yoluyla aktarılacak para, bu kesim tarafından harcamaya dönüştürüldüğünde KDV, ÖTV tahsilatı da artacaktır. Ayrıca emeklilerin ve asgari ücretlilerin yapacağı ek harcamalar başkaları için ek gelir oluşturacak, onlar da bu ek gelirlerden gelir vergisi gibi dolaysız vergiler ödeyeceklerdir. Dolayısıyla sonuçta bir yandan kamu harcamaları artarken bir yandan da dolaylı ve dolaysız vergi tahsilatı artacak ve başlangıçtaki kamu harcaması artışının artan vergi tahsilatıyla bir miktar telafisi mümkün olacaktır.
(b) Kamu borç yükü geçmiş dönemlere göre çok düştüğü için belirli bir düzeye kadar artması halinde dışlanma etkisi yaratmaz. Ama eğer geçmişte olduğu gibi kamu borçlanması çok yüksek düzeye çıkarsa özel kesim üzerinde dışlanma etkisi yaratabilir. Öte yandan son dönemde zaten kamu yatırımları Hazine garantisiyle özel kesime yaptırılıyor (Hazine garantilerinin kapsamı hem genişletildi hem de artırıldı.) Dolayısıyla bu söylediğiniz endişe zaten bugünkü durum için de geçerli.
(c) Artan kamu harcamalarını para basarak karşılamak kolay değil. Para basarak kamu harcamalarının finansmanı, geçmişte TCMB’nin Hazineye kısa vadeli avans adı altında çok düşük faizle borç vermesi ve bu borcun geri ödenmemesi şeklinde yapılıyordu. TCMB yasasından bu imkan kaldırıldığı için artık bu yola başvurulması söz konusu değil. Dolayısıyla para basarak harcamaların finanse edilmesi ancak yasa değişikliğiyle mümkün olabilir ki bunun da gündemde olduğunu sanmıyorum.
Bu tür bir dönüşüm için elde mevcut imkanlar şunlardır: (1) Vergi oranlarında düşük oranlı (1 puan gibi) bir artış gerçekleştirerek bununla emekli ve asgari ücretlilere ek imkan tanımak, (2) Bütçedeki faiz dışı fazlayı bir miktar düşürerek bu uygulamada kullanmak, (3) Özel kesimin dışlanmasına yol açmayacak şekilde kamu borçlanmasını bir miktar artırarak yeni finansman bulmak. Bu adımlar, gelir dağılımda düşük gelirliler lehine düzelmeye yol açmanın yanı sıra ekonomiyi içine girdiği durgunluktan çıkarabilecek adımlar olur. Ayrıca bu şekilde düşük gelirli kesimlere yönelecek gelir transferi, harcamaları artırarak vergilerin de artmasına yol açabilir. Unutmamak gerekir ki birinin harcaması başka birinin geliridir.
Bu yanıtlarımı okurların bir bölümü popülizme destek verdiğim, bir bölümü de CHP’ye destek verdiğim şeklinde yorumlayabilir. Bu yorumların doğru olmayacağını en baştan belirteyim. Buradaki yanıtlarımın son 6 aydır savunduğum görüşlerle ve özellikle de para politikasının yanına maliye politikasının eklenmesine ilişkin görüşümle çelişkili bir tarafı bulunmuyor. Ben, Türkiye’de büyümedeki düşüşün kalıcı bir hal almaya başladığı noktadan itibaren sadece para politikasıyla yetinilmesinin yanlış olduğunu, bunun yanında mutlaka maliye politikasından da destek alınması gerektiğini hem televizyondaki yorumlarımda hem de yazılarımda savundum. Faiz dışı fazla tutarından bir miktar fedakarlık edilebileceğini, bütçe açığının bir miktar (örneğin yüze 3’e kadar) artırılabileceğini, hatta kamu borçlanmasının da bir miktar yükseltilebileceğini belirttim. Bütün mesele bu ‘bir miktarın’ sonsuz anlamına gelmeyecek biçimde kullanılmasındadır. Çünkü buralarda ölçü kaçarsa işin nereye varacağını geçmiş deneyimlerimizden iyi biliyoruz. Bu çerçevede hükümetin son teşvik ve mali destek programının teşvik bölümüyle ilgili kuşkularım olmasına karşın (çünkü son 3 yılda açıklanan hiçbir teşvik paketi istenilen sonucu vermedi) emeklilere ve diğer düşük gelirlilere verilecek desteğinin doğru olduğunu televizyondaki yorumlarımda vurguladım. Bu desteklerin ekonomiyi canlandırmaya yarayacağını savundum. Dolayısıyla yukarıda savunduğum görüşlerde bir tutarsızlık olduğunu düşünmüyorum.