Devlet bütçesi; bir yıl içinde elde edilecek gelirlerle yapılması planlanan giderleri gösteren bir tahmin cetvelidir. Devlet bütçesinin diğer bütçelerden farkı vergidir. Karşılıksız bir gelir olan vergiyi yalnızca kamu kesimi tahsil edebilir. Devlet bütçesinin diğer bütçelerden bir başka farkı da yasaya dayanmasıdır. Devlet bütçesi; hükümete bir yıl içinde toplanacak gelirleri toplama ve öngörülen harcamaları verilen limitler içinde (ödenek) yapma yetkisi veren bir yasadır.
Zaman zaman deprem gibi, savaş gibi felaketlerle karşılaşıldığında bütçe ödeneklerinin harcama gereklerine yetmeyeceği düşünülerek bütçelere çeşitli adlar altında olağanüstü ödenekler konulabilir ya da ek ödenek çıkartılabilir. Bu tür ek ödenekler çıkartılabilmesi için genellikle o miktar kadar ek gelir toplanması öngörülür.
Hükümet, birçok gerekçeyi öne sürerek (hepsinin asıl nedeni olan kurlarda ve enflasyonda yaşanan artışlardan örtük olarak söz ederek) TBMM’ye 2022 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu ile Bağlı Cetvellerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun teklifi sundu.
Aşağıdaki tablo 2022 yılı bütçesinin başlangıç harcama ödenekleri ve başlangıç gelir tahminleriyle yeni teklifle gelen ekleme taleplerini bir arada gösteriyor. Son sütun bu teklif kabul edildiğinde 2022 bütçesinin ne durumda olacağını gösteriyor:
(*) Tabloda Personel Giderleri olarak gösterilen 16,8 milyar liralık ek ödenek yeni alınacak personel için getirilen ödenek, toplam 200 milyar lira tutarlı SGK Devlet Prim Giderlerinin 135 milyar liralık bölümü de mevcut personelin ücretlerinde yapılacak artış için getirilen ek tutardır.
Tablo, bütçenin başlangıç durumuyla, yıl ortasında teklif edilen eklemeler yapıldığında geleceği durum arasında bütçe giderleri açısından yüzde 61,7, bütçe gelirleri açısından yüzde 73,4 oranında sapma ortaya çıktığını gösteriyor. Bunlar kabul edilebilir sapmalar değildir. Bu, ek bütçe, ek ödenek falan değil resmen yıl ortasında ikinci bir bütçe yapmak demektir.
Bu zorunluluğun tek bir nedeni vardır: Yanlış ekonomi politikası. Daha açık söyleyelim: Yanlış faiz politikası. Riskleri sürekli artan bir ülkede kurların yükselmesi kaçınılmaz bir sonuçtur. Üretimi büyük ölçüde ithal girdilere dayalı bir ülkede kurların yükselmesinin enflasyonu da yükselteceği açık bir gerçektir. Bu ikiliyi durdurmanın en etkin yolu faizi enflasyonun üzerinde belirlemek ve böylece insanların dövize yönelmesini önleyerek kurları denetim altında tutmaktır. Durum böyleyken Türkiye tam tersini yaparak faizi düşürmüş, enflasyonun onlarca puan altına itmiş ve insanları dövize yönlendirerek kurların yükselmesine yol açmıştır. Kurlar yükselince enflasyon artmış, tahsil edilen vergiler artsa da harcamalar için ayrılan ödenekler yetmez hale gelmiştir. Bunlara bir de faizi artırmamak adına yürürlüğe konulan kur korumalı mevduat hesaplarının Hazine (dolayısıyla bütçe) üzerine yükseldiği yük eklenmiştir. Böyle olunca da ister istemez yıl ortasında ikinci bir bütçeyi meclise sunmak gereği ortaya çıkmıştır.
Öte yandan bütçede ödeneği bulunmadığı halde, yasaya uygun olmadan, ilk 5 ayda 21,1 milyar liralık harcama yapıldığı için tartışmalı olan Kur Korumalı Mevduat Hesabı için de bu ek bütçeyle 40 milyar liralık ödenek konularak bu uygulama sonradan yasal hale getirilmiş oluyor.
Türkiye, girdiği yanlış yoldan geri dönüp doğru yola girmek yerine ısrarla yanlış yolda ilerlemeye devam ediyor. Yıllar önce söyledim, bir daha söyleyeyim: ‘Bilimden ayrılanı kurt kapar.’
Not: Bu yazıyı yazarken aklıma takılan bazı konuları Ozan Bingöl ile görüşerek aydınlattım, kendisine teşekkür ederim.