Birkaç önemli ekonomik veri açıklandığında ya da çeyrek dönemler tamamlandığında nereye gittiğimize ilişkin bir yazı yazmak adetimdir. Benim gibi düşünen ve yazan başkaları da var. Bu yazılarda genellikle sanayi üretimindeki değişim, kapasite kullanımındaki farklar, cari açık, bütçe açığı, enflasyon, faizler gibi göstergeleri kullanarak bir durum tespiti yapmaya çalışırım. Daima resmi verileri kullanırım. Resmi verilere güvenilmiyor olması konusunu “veriler yanlış olsa da trend doğruyu gösterir” diye bana ait bir yaklaşımla aşarım.
Uzunca bir süredir Türkiye ekonomisi kötüye gidiş yaşıyordu. Büyüme eksiye düşmüş, enflasyon iki hanede gidiyor, cari açık düşüyor ama büyümeyi de peşinden sürüklüyordu, bütçe açığı yükseliyor ve tek seferlik gelirlerle çözüm aranıyordu, riskler yükseldiği için dış borçlanma zorlaşıyor, maliyetleri de artıyordu. Böyle bir durumda konuya tarafsız gözle bakan, bir iktisatçının durum iyiye gidiyor demesi imkânsız. Gerekli uyarıyı yapması, kötü gidişi göstermesi ve varsa çözüm önerilerini de sıralaması gerekir. Benimle birlikte diğer bazı iktisatçılar bu uyarıları yaptılar ve yine benimle birlikte bazıları da çözüm önerilerini açıkladılar. Bu saptamaları bir kesim tarafından hakaretlerle, bir kesim tarafından alkışlarla karşılanırken, bir kesimden de eleştiriler aldı. Hakaret edenler bu uyarıları yapanları felaket tellalı olmakla suçladılar. Alkışlayanlar, bu açıklamaları desteklediler ve gerçekleri halkın daha kolay anlayacağı biçimde yazmamızı önerdiler. Eleştiride bulunanlar genellikle çözüm önerilerimin uzun vadede sonuç vereceğini, kısa vadede sorun çözecek önerilerle gelmemizi söylediler. Her açıklanan veriden sonra tartışmalar aşağı yukarı bu çerçevede sürdü gitti.
Derken ekonomide yavaş yavaş bazı toparlanma işaretleri ortaya çıkmaya başladı. Bendeniz ve bir kısım iktisatçı bu kez bu işaretlere dayanarak ekonominin iyiye gitme olasılığının doğduğunu söyledik ve ben ve bazıları yine uzun vadeye dönük bazı öneriler açıkladık. Aynı durum yine ortaya çıktı. Tek farkla: Kesimler yer değiştirmişti. Bu kez önceki dönemlerde alkışlayanlar bizleri döneklikle suçlarken, daha önce felaket tellallığı ile suçlamış olanlar nihayet doğruyu bulduğumuzu söylemeye başladılar. Yeri değişmeyen tek kesim çözüm önerilerimizin uzun vadede sonuç vereceğini o nedenle kısa vadede sorun çözecek önerilerle gelmemiz gerektiğini söyleyenlerdi. Tabii bu arada kısa vade bitmiş uzun vadeye girilmişti ama onlar ısrarla kısa vadeye ilişkin çözüm talep etmeye devam ediyordu.
Bir kesim daha var. Toparlanma işaretleri var dediğimizde küçümser bir tavırla “bu verilere inanıyor musunuz?” diye soruyorlar. İşler kötüyken “kötüye gidiş var” diyorsak toparlanma işaretleri çıktığında aynı kurumlarca yayınlanan verilere bakarak “bu veriler uydurma” diyemeyiz.
Bu arada şunu da belirtmeliyim ki kötü giden ekonomiye “kötü”, toparlanma işaretleri gösteren ekonomiye “toparlanma işaretleri ortaya çıkmaya başladı” diyenleri haklı gören ve destekleyen kişilerin sayısı bu her iki gruptan da çok fazla ama onların o kadar sesi çıkmıyor. Zaten onlar olmasa bu iktisatçıların çoğu da bunları söylemez, susarlardı sanırım. Çünkü susmak buralarda konuşmaktan çok daha az tehlikelidir.
Türk toplumu kendimi bildim bileli fanatizmin esiridir. Kendi doğrusuna meydan okunmasını hoşgörüyle karşılayan insan sayısı azdır ama asıl az olan bu hoşgörüyü gösterebilen siyasetçi sayısıdır. Babam 1950’lerde o dönemin önde gelen kamu iktisadi teşebbüslerden birisinde genel müdür yardımcısıydı. İki fakülte bitirmişti (İstanbul Hukuk Fakültesi ve Paris L’Ecole Libre de Science Politique), Fransızca ve İngilizce bilirdi. O dönem için bunlar çok ileri niteliklerdi. 1971’de emekli olduğunda hala genel müdür yardımcısıydı. Demokratlar babamı CHP’li sanır, CHP’liler de Demokrat sanırdı. Çünkü babam aklına yatmayan işlere kim söylerse söylesin karşı çıkar ve düşüncelerini her zaman açıkça söylerdi. O nedenle genel müdür yapmadılar. Ona karşın bize hep “siz doğru bildiğiniz yoldan ayrılmayın. Siz yürürken gelip size çarpanlar olacaktır. Aldırmayın onların değil sizin yürüdüğünüz yol doğrudur” derdi. Ben babama göre çok daha şanslıydım. Ben de babam gibi aklıma yatmayan hiçbir şeyi yapmadım. Ama Maliye Bakanlığı ve Hazinedeki üst yönetim o zamanlar bu tür doğrucu bürokratlara saygı duyduğu ve kolladığı için en üst makama kadar ilerleyebildim.
Bu gerçek öyküyü şunun için anlattım. Türkiye’de fanatiklik öteden beri ne yazık ki her şeyi etkileyecek kadar egemen bir kültür haline gelmiş durumda. Bunun biat kültüründen kaynaklandığını sanıyorum. Futbol mesela, bizde fanatizmin doruk noktasına vardığı alanlardan birisi. “Hep destek, tam destek” sloganı futboldaki fanatizmin özeti gibi. Kötü transferler yaptığı için berbat bir durumda olan takıma, bizim takım olsa bile, niçin hep destek tam destek verelim? Eğer böyle yaparsak yanlışlar nasıl düzelir? Eleştiri yapılmayan yerde hiçbir şey iyiye gitmez.
İktisatçılığı bilimsel düzeyde yapanlar iki farklı kişiliğe sahiptirler. Birisi diğer insanlar gibi takım tutan, siyasal görüşe, ideolojiye sahip, derneklere üye olan ve bütün bunları savunan kişilikleridir. Bu onların normal halidir. Günlük yaşamlarında böyle yaşarlar. Bir de uğraştığı konuyu tuttuğu takımdan, partiden, ideolojiden, üyesi olduğu dernekten vs soyutlayarak objektif olarak değerlendiren kişilikleri vardır. İşte bu da onların bilimsel kişiliğidir. Bunu yapamayan kişiler analizlerine, incelemelerine taraftarlığı karıştırırlar ve gerçekleri kafalarındaki hipoteze göre eğip bükmeye başlarlar. Oysa yapmaları gereken şey gerçeklere uymayan hipotezlerini değiştirmektir.
2 Ekim 2001 tarihinde Radikal Gazetesinde yazdığım “Gerçeği Değiştirmek” başlıklı yazımı şöyle bitirmişim: “Bugünlerde iktisatçıları ikiye ayırmak moda oldu. Keynesyenler ve Keynesyen olmayanlar diye. İktisatçıların ikiye ayrıldığı doğru. Ama bu ayırım Keynesyenlerle Keynesyen olmayanlar arasında değil. Futbol takımı tutar gibi ekonomi politikasında taraf tutanlarla gerçekleri görüp önlem alınmasını savunanlar arasında. Keynes’in kendisi de aslında ikinci kategoride idi. Bir iktisatçı Keynes’e sormuş: “Üstat teorinizin gerçeğe uymadığını görseniz ne yapardınız?” Keynes yanıtlamış: “Teorimi değiştirirdim. Siz ne yapardınız?” Adamın ne dediğini bilmiyoruz ama Türk olsaydı büyük olasılıkla: “Gerçeği değiştirmeye ve teoriye uydurmaya çalışırdım” diye yanıtlardı.”