Öncelikle dış yükümlülükle dış borç arasındaki farkı ortaya koyalım. Dış yükümlülük, dış borca göre çok daha geniş bir kavramdır: ‘Her dış borç dış yükümlülüktür ama her dış yükümlülük dış borç değildir’ desek doğru olur. Dış borç; fon fazlası bulunan ekonomilerden fon açığı bulunan ülkelere yönelik akımlarla oluşan ve kendi para cinsi dışında yapılan borçlanmadır. Bu borçlanmanın vadesi bir yıldan kısaysa buna kısa vadeli dış borç denir. Dış yükümlülük ise Türkiye’de yerleşik olmayan kişi ve kurumlara olan dış borçlar, dış krediler ve DTH biçimindeki mevduat gibi yükümlülükleri içerir. Bu dış yükümlülüklerden bir yıl içinde vadesi gelecek olanlar kısa vadeli dış yükümlülük olarak adlandırılır.
Aşağıdaki tablo Türkiye’nin Mart 2021 sonu itibarıyla kısa vadeli dış yükümlülüklerinin toplam 185,6 milyar dolar olduğunu ve bunların hangi kalemlerden oluştuğunu gösteriyor (Kaynak: TCMB / Ödemeler Dengesi İstatistikleri / Kısa Vadeli Dış Borç İstatistikleri)
Tabloya göre toplam 185,6 milyar dolar dolayındaki vadesi Mart 2022’ye kadar gelecek olan kısa vadeli dış yükümlüklerin en büyük bölümü bankalara ait bulunuyor. Alt kalemler içindeki en büyük kalem de bankalar dışındaki sektörlerin ticari kredileri ve onun içinde de ithalat borçları. Tabloda Bankalar başlığı altında TL cinsinden mevduatların da yer alması sizi şaşırtmasın onlar da yurtdışında yerleşik olanlara ait olduğu için dış yükümlülük olarak kabul ediliyor.
Aşağıdaki tablo Türkiye’nin kısa vadeli dış yükümlülüklerinin hangi kurum ve kuruluşlara ait olduğunu gösteriyor (Kaynak: TCMB / Ödemeler Dengesi İstatistikleri / Kısa Vadeli Dış Borç İstatistikleri)
Tabloya göre 2021 Mart sonuna kadar vadesi gelecek dış yükümlülükler içinde en büyük kalem finansal olmayan özel kesim kuruluşlarının yükümlülükleri.
Kısa vadeli dış yükümlülükler yıllardır Türkiye’nin tepesinde Demokles’in kılıcı gibi sallanıp duruyor. Bu meselede de neden – sonuç ilişkisine dikkatle bakmak gerek. Çünkü bu tür ilişkilerde belirli bir süre sonra neden ile sonuç yer değiştirebiliyor. Hangisinin neden olduğunu görebilmek için başa gitmek gerekiyor. Bundan on yıl öncesine gittiğimizde kısa vadeli dış yükümlülüklerin GSYH’ye oranı yüzde 18 görünüyor. Oysa bugün bu oran yüzde 26. Türkiye’nin son on yılda risklerinin arttığı ise çok açık. On yıl önce 200’ler düzeyinde olan CDS primi şimdilerde 400’ler düzeyinde bulunuyor. Özetle Türkiye, risklerini düşüremediği için vadeleri uzatamıyor, vadeleri uzatamadığı için de riskleri düşüremiyor. Pek çok konuda olduğu gibi bu konuda da bir kısır döngünün içinde bulunuyoruz.