Mahfi Eğilmez – 26.02.2015
13 Ocak günü yazdığım yazı aynen şöyleydi (italik bölüm):
Birkaç ay önce geleceğe farklı bakıyorduk şimdi farklı bakıyoruz. Bakışımızdaki bu hızlı değişimin en önemli nedenlerini şöylece sıralamak mümkün: (1) Petrol fiyatlarının hızlı düşüşü. (2) Fed’in faiz artırımı beklentisinin ileriye doğru kaymaya başlaması. (3) Avrupa Merkez Bankası’nın parasal gevşemeyi devlet tahvillerine de yayarak genişletme eğiliminde olması.
Bunlar içinde en önemlisi petrol fiyatlarının düşmesi. 2015 yılı için birkaç ay öncesinde yapılan en iyimser tahminlerde bile 95 USD/Varil’in altında bir fiyat öngörülmüyordu. Bugün geldiğimiz fiyat 47 USD’nin biraz üstü. Petrol fiyatlarındaki düşüşün, hangi çerçeveden bakarsak bakalım, hangi kayıpları hesaba eklersek ekleyelim Türkiye’ye net olarak kazanç getireceğini söyleyebiliriz. Petrol fiyatlarının düşüşü, bu doğrudan kazancın yanı sıra, yatırımcılar açısından en büyük risk unsuru olarak görülen cari açığın düşmesine ve dış finansman sorununun azalmasına yol açarak dolaylı kazanç da getirecek.
Fed’in faiz artırma kararını bu yıl vermemesi ya da bu yıl verse de uygulamayı gelecek yıl başlatması beklentisinin ağır basması dış finansman ihtiyacı yüksek olan Türkiye için olumlu bir gelişme. Bu gelişme, Türkiye’nin bu yıl için bulması gereken 200 milyar USD’nin üzerindeki dış finansman kaynağını bulmakta zorlanmayacağı anlamına geliyor.
Avrupa Merkez Bankası’nın parasal gevşemenin en önemli aracı olarak uyguladığı tahvil alımını, devlet tahvillerini de kapsayacak biçimde yaygınlaştırması tıpkı Fed’in faiz artışını ileriye kaydırması gibi olumlu bir etki yaratacak. Bu adımın Avrupa’nın toparlanmasına olumlu katkı yapacağını, dolayısıyla Türkiye’nin ihracatını olumlu yönde etkileyeceğini düşünüyorum. Ayrıca bu ek likiditenin Avrupa dışına da fon çıkışının yolunu açacağını ve dolayısıyla buradan Türkiye’ye fon girişi olacağını tahmin ediyorum.
Bu gelişmeler çerçevesinde önümüzdeki bir kaç ayda Türkiye’ye döviz girişinde artış olmasını bekliyorum. Yabancı yatırımcılar, yukarıda saydığım üç nedene ek olarak yılın ilk üç ayında enflasyonda ciddi gerileme olacağını biliyorlar. 2014 yılının ilk 4 ayında manşet enflasyonda 4,8 puanlık artış olmuştu. Petrol fiyatı ve kurlardaki düşüşle bu baz etkisi birleşince bu yılın ilk 4 ayında enflasyonun ciddi biçimde düşeceğini tahmin etmek zor değil. Bu düşüşe paralel olarak faizler de düşecek. Bunun ilk belirtileri zaten gösterge faiz ve bankaların mevduat faizlerinde görülmeye başlandı. Bu ortamda TCMB de, politika faizini düşürecek. Bu gelişmenin bu yönde olacağını gören yabancı yatırımcılar faizler yüksekken bu getiriyi elde etmek için fonlarını Türkiye’ye yönlendirmeye başladılar bile.
Türkiye’ye yabancı fon girişinde ortaya çıkacak artış, cari açığın düşüşü, enflasyonun düşüşü, dış finansmana erişimin kolaylaşması gibi olumlu gelişmelerle birleştiğinde TL’nin değerlenmesine yol açacak. Dolayısıyla ben ilk çeyrekte TL’nin biraz daha değerlenebileceğini düşünüyorum.
Bu yazıyı bir kez daha okuduysanız bir soru sormak istiyorum: “Bu yazıda eksik olan şey nedir?”
Sizin ne yanıt verdiğinizi ancak yazıya yorum yaptığınızda öğrenebileceğim. Ama izninizle ben o yorumları beklemeden kendi yanıtımı vereyim: Bu yazıda eksik olan şey siyasetin, ekonomi üzerinde yaratabileceği etkidir. TCMB’nin her toplantısı öncesinde ve sonrasında faizler konusunda verilen siyasi demeçler, suçlama derecesine varacak şekilde yapılan ağır eleştiriler bu yazının eksiğidir. Ya da öngörmediği şeydir.
Bilimle uğraşmanın bazen böyle eksikleri olabiliyor. Objektif bakmak için insan kendisini bilim dışı olaylardan veya gelişmelerden soyutluyor. Oysa bilim dışılık her an aramızda, yanı başımızda dolaşıyor.
Yazımda bu tür bir irrasyonelliğin dışındaki her şeyi öngörmüşüm ve hepsi de bu tür bilim dışı müdahaleler öncesinde doğru çıkmış.
Ekonomi bilimi, modeller üzerinde çalışır. Gerçek yaşamı temsil eden modeller oluşturur ve bunları en basit biçiminden aşama aşama geliştirerek gerçek yaşamın karmaşık biçimine getirir. Bunu yaparken incelediği konuları parçalarına ayırır ve o parçaları tek tek ele alıp nasıl çalıştıklarını inceler sonra onları bir araya getirerek bütün sistemin nasıl çalıştığını göstermeye çabalar. Buna model kurma denir.
Bunları yazarken tam bu noktada aklıma Copernicus, Bruno ve Galilei üçlüsü geldi. Çünkü ekonomi bilimi model kurma yöntemini Galileo Galilei’nin fiziksel olayları parçalarına ayırıp her bir parçayı herkesin anlayabileceği biçimde anlatarak olayın bütününe ulaşmakta kullandığı model kurma yönteminden almıştır.
Stephen Hawking’in tanımıyla ‘modern bilimin ortaya çıkışında herkesten daha fazla role sahip olan’ Galileo Galilei, Pisa üniversitesinde tıp öğrenimi görmeye başladı. Bir süre sonra felsefe ve matematiğe yöneldi ve matematik profesörü oldu. Teleskopun icadıyla birlikte yaşamında birçok şey değişti. Kendisi de teleskoplar yapmaya ve uzay gözlemlerinde bulunmaya başladı. Ay, güneş ve gezegenler üzerinde yaptığı gözlem ve çalışmalar ona oldukça büyük bir ün sağladı.
Nicolaus Copernicus’un geliştirdiği güneş merkezli sistemin esası üzerinde çalıştı. Kilise o zamanlar evrenin merkezinin dünya olduğunu ve her şeyin dünyanın çevresinde döndüğünü söylüyordu. O nedenle Galilei’nin, Copernicus kuramını destekleyerek onu geliştirmesine şiddetle karşı çıktı ve Galilei’yi engizisyon mahkemesinde yargıladı. Kilise, yargılama sonucunda Galilei’nin öne sürdüğü kuramın dine aykırı olduğuna ve dolayısıyla geçersizliğine karar verdi. Bununla da yetinmeyip bu kuramın öğretilmesini ve savunulmasını yasakladı. Evrenin kapalılığını anlatan Aristotelesçi anlayışı benimseyen Kiliseye karşı evrenin sonsuzluğunu savunan İtalyan gökbilimci ve filozof Giordano Bruno özellikle de yer ve gök ayrımı yapan kilise görüşüne karşı çıktığı için engizisyon mahkemesi kararıyla Roma’da Campo de Fiori meydanında yakılarak öldürüleli 15 yıl olmuştu. Galilei, yaşamını kurtarmak için savunduğu kuramı kanıtlamasının mümkün olmadığını, Copernicus kuramının geçersiz olduğunu söylemek zorunda kaldı. Cezası yaşam boyu ev hapsine çevrildi.
İnanç ile bilimin pek çok çatışması vardır ama sanırım bilinen en büyük çatışmalardan birisi budur. Bu çatışmayı ilk aşamada inanç kazandı. Ne var ki insanın gerçeği araması, araştırması yani kabullere karşın merakını yenememesi hiç bitmiyor. Zaman, Copernicus, Bruno ve Galilei’yi haklı çıkardı. İnanç, ilk aşamada kazandığı kavgayı bir süre sonra kaybetti. Çünkü gerçek, kitapta yazılandan farklıydı. Bugün, insanlar, onları yargılayanların ve aşağılayanların kim olduğunu bile bilmiyor ama bu üç bilim adamının heykelini saygıyla ziyaret ediyor.
İnanç kabulle, bilim merak ve kuşkuyla başlar. Kabuller, merakın ya da merak edilenin araştırılmasının önünü keser ama sonsuza kadar engelleyemez.
Batıda din, yavaş yavaş bu nedenlerle itibar kaybederken bilim öne çıktı. Bilim öne çıktıkça batı gelişti. Yeni buluşlar, keşifler yapıldı. Ortadoğuda ise inanç, hemen hep bilimin önünde oldu. O nedenle bilim gelişemedi, sorgulayan, araştıran insan tipi ortaya çıkamadı. Uzakdoğu, 20. Yüzyılın ikinci yarısından başlayarak batıyı model almaya ve bilime yönelmeye başladı. Bugün, çok gerisinde başladığı yarışta ortadoğuyu fersah fersah geçmesinin batıyı yakalamasının nedeni budur.