“Buuuz gibi soğuuk suudan içeeen!” Henüz 10 yaşındayken, avazım çıktığı kadar bağırıyordum İstanbul Fatih’teki Çarşamba pazarında.
Fatih Camii’nin şadırvanından doldurduğum suları, üst kattaki komşunun buzdolabından ödünç aldığım buzlarla soğutup, o koskoca pazarı tüm gün dolaşarak su satardım. Cebime dolan esnafın alın teriyle ıslanmış madeni paraların bir kısmı buzların karşılığı olarak komşuya gider, büyük bölümünü anneme verir, kalanı da kendime harçlık yapardım.
Daha o yaşlarda paranın hepsini harcamak yerine bir kısmını dedemden yadigâr İş Bankası’nın metal kumbarasına koyduğumu hatırlıyorum. O yaştan itibaren çalışmadığım bir dönem dahi olmadı. Ortaokul ve lise boyunca elektrikçide, buzdolabı tamircisinde ve babamın çalıştığı matbaada çıraklık yaptım. Üniversitedeyken, tatil dönemlerinde tezgâhtarlık yaptım.
Hepsinde kazandığım parayla aileme destek olmaya çalışırken, kendi harcamalarımı karşılayıp, bir kısmını da tasarruf olarak biriktirmeye gayret ettim. 19 yaşına geldiğimde sermaye piyasalarında stajyer olarak başlayıp, sonrasında da şükürler olsun ki bugüne kadar artan bir tempoyla çalıştım, çalışmaya da devam ediyorum.
Geçmişe baktığımda sanıyorum ki, dünyanın en değerli parasıydı o 10 yaşındaki İskender’in kazandığı ve biriktirdiği para. Bugüne geldiğimizde ise başka ailelere tasarrufun kıymetini, kazancın değerini anlatma imkânı bulmanın onurunu yaşıyorum. Geçtiğimiz hafta Borsa İstanbul’da düzenlenen bir gong törenindeydim.
Yazının devamı için TIKLAYINIZ!