Her zaman söylerim ve söylemeye de devam edeceğim; Türkiye kimilerine göre 900 milyar dolar, kimilerine göreyse 1 trilyon dolarlık bir ekonomi ancak gerek coğrafi konumu gerekse de kültürel kodları bakımından yani siyaset jargonuyla jeopolitik olarak bundan çok daha fazlası ve giderek, bu misyonunu daha da derinleştiriyor.
Seçimlerden sonra ekonomide geleneksel politikalara dönüş, yeni ekonomi kabinesi ve TCMB yönetimi aslında Batı’nın bir tur önce Türkiye’ye yönelik yapmış olduğu acımasız eleştirilerin önemli bir kısmını sildi silmesine ancak altını çizerek belirtmeliyim ki bu manzara tam anlamıyla bir araç dönüşümüdür. Yani bazılarının ima ettiği gibi altında dış mihrak filan aramak nafiledir.
Bilakis ülkemizin ekonomide tam bağımsızlığını kazanması, orta gelir tuzağından çıkabileceği yapısal dönüşümleri gerçekleştirmesine bağlıdır ve şimdiki küresel konjonktürde de bunun başka bir yolu ve yöntemi bulunmamaktadır.
Diğer taraftan ülkemizdeki mevcut yapısal ekonomik sorunlar nedeniyle (kronikleşmiş cari açık, dolarizasyon ve yüksek altın talebi…) yeterli sermaye birikimi olmadığından ekonomi kabinesi göreve başladığından bu yana yoğun bir dış yatırım mesaisi gerçekleştirmektedir. Bu adımlar, seçimlerden bir süre önce başlayan dış politikadaki normalleşme adımlarıyla beraber yan yana konulduğunda şimdiye kadar başarılı sinyaller de üretmiştir.
Bu sinyallerden bir kısmına değinecek olursam; ilk önce yapılan Körfez turundan 50 milyar doları aşkın bir kaynak temin edildi ve BAE’den gelecek tahvil alımına yönelik 8,5 milyar dolarlık sukukla ilgili erken dönemde sonuç alınması bekleniyor. Dünya Bankası büyük ölçüde depremin zararlarını telafi etmek ve yeni proje finansmanına yönelik kaynak teminini iki kattan fazla arttırdı.
Yazının devamı için TIKLAYINIZ!