Mahfi Eğilmez – 07.08.2016
Çocukluğumda ve gençliğimde birçok öğüt dinledim babamdan. Hepsi çok değerliydi. Ama bir tanesi var ki o bambaşkaydı. Mülkiye’de öğrenciydim. Kafam karışıktı. Yaşıtlarım ikiye ayrılmış kimisi sol derneklere, kimisi de sağ derneklere üye oluyor, o derneklerin faaliyetlerine katılıyordu. Faaliyet dediysem daha çok karşıt görüşlülerle kavga faaliyetiydi yapılanlar. Babam, akşamları evin balkonunda kendisine beyaz peynir, kavun gibi yiyeceklerin olduğu bir tabak alır, bir kadeh de rakı koyar tek başına oturur, yavaş yavaş rakısını içerdi.
Bir akşam benimle birlikte içmek istediğini söyledi. Baba oğul karşılıklı oturduk bir yandan içtik bir yandan dertleştik. Bana okulun nasıl gittiğini sordu. Bir yandan da iktisat bilgimi yoklayacak bazı sorular soruyordu. Okulun iyi gittiğini söyledim ve sorularının hepsini yanıtladım. Lisede iyi bir öğrenci olmadığım halde üniversitede müthiş bir çıkış yapmama şaşırmış ve çok sevinmişti babam. Ama kafamın, siyasal konularda karışık olduğunu da fark ediyordu. Kafamın karışıklığı sol derneklerden birine girip girmemek konusundaydı. Babam da bunu fark ediyordu zaten. Bana “Oğlum” dedi “ sen artık üniversitedesin ve ilk kez çok da iyi bir öğrenci oldun. Bunu görüyorum ve seninle hiç olmadığı kadar gurur duyuyorum. İleride çok iyi bir iktisatçı – yönetici olacağını hissediyorum. Sana karışmak ya da yön göstermek artık benim işim değil. Sen kendi yönünü bulacak olgunluğa geldin. Nerelere gidersin, kimlerle birlikte olursun bunlar artık senin karar vereceğin işler. Bana düşüncemi sorarsan söylerim ama sormazsan da alınmam. Senin artık en doğrusunu yapacağına güveniyorum. Sana bir tek şey söyleyeceğim, bir daha da sen sormadığın sürece bu konularda hiç konuşmayacağım.”
Ben giderek artan bir merakla ne söyleyeceğini beklerken o devam etti: “Sonunu görmediğin, neye ve kime hizmet edildiğini bilmediğin, mantığına uygun düşmeyen hiçbir işe girme oğlum. En takdir ettiğin, en sevdiğin arkadaşların, hocaların, tanıdıkların hatta ben bile girmiş olsam bir işe girerken sadece bu dediğime göre karar ver. Sonu nereye gider, kime ve neye hizmet ediliyor sorularını sor ve eğer alacağın yanıtlardan tatmin olmazsan o işe girme. Böyle bir işe girmek sana dünyanın en büyük çıkarını sağlayacaksa bile girme.” Bunları söyledikten sonra konuyu değiştirdi. Bir süre de günlük olaylar ve futbol üzerine konuştuktan sonra masadan kalktık.
Bu sözü hiç unutmadım: “Sana bir çıkar sağlayacak olsa bile neye ve kime hizmet edildiğini bilmediğin işe girme.” Ve hayatım boyunca da bu öğüde sadık kaldım.
Şimdilerde televizyonda koskoca paşalar, profesörler, genel müdürler, iş adamları, bürokratlar ve siyasetçilerin üç kuruşluk çıkar için kime ve neye hizmet ettiklerini araştırıp sormadan gönüllü olarak esarete girmiş olmaları gerçeğini şaşkınlık ve dehşetle izliyorum. İnsanların çıkar uğruna bu kadar aşağılanmaya razı olmaları inanılır bir şey değil.
Bana sorarsanız bunun tek bir nedeni var: Bilimden ve bilimsel düşünceden ayrılmak. Bir zamanlar bir yazı yazmıştım başlığı ‘Bilimden Ayrılanı Kurt Kapar’ idi. Merkez Bankası’nın faiz kararıyla ilgili bir konuyu ele alıyordu yazı. Aslında o yazının başlığı tam da bu konuya uygunmuş.
Atatürk, bunu yıllar önce görmüş ve ‘hayatta en hakiki mürşit ilimdir’ diyerek yaşamda en gerçek yol göstericinin bilim olduğunu söylemiş.
Çocuklarınızı küçük yaştan itibaren bilime yönlendirin. Çünkü bilimden ayrılanı kurdun kaptığını yaşayarak gördük artık.