Türkiye’nin bu son bir ayında dillere pelesenk olmuş bir ifade var: “Seçim ekonomisinden geçim ekonomisine geçiş”. Bu ifade, içinde o kadar fazla gerçek barındırıyor ki…
Geçtiğimiz hafta geçim ekonomisine dönüşü simgeleyen adımlardan bazılarının atıldığına şahit olduk. Şöyle ki; önce asgari ücret, ardından da TCMB’nin merakla beklenen PPK kararı açıklandı. Bunların geçim noktasındaki olası etkilerini değerlendirecek olursam;
Asgari ücret yüzde 34 düzeyinde zamla brüt 13 bin 414, net 11 bin 402 lira olarak belirlendi. Bu oran geçen yılın ilk dönemine göre yüzde 102’lik artış anlamına geliyor. Öte yandan işverene maliyeti ise 15 bin 750 lira olarak hesaplanıyor.
Maaş artışı etkilerine önce hane halkı tarafından bakacak olursam; (Türk-İş mayıs ayında 4 kişilik bir ailenin açlık sınırını 10 bin 360 lira, yoksulluk sınırını ise 33 bin 750 lira olarak hesaplamıştı) yüzde 34 gibi görece yüksek ama açlık sınırının hafif üstünde bir artış yapılmış olduğu görülüyor.
Diğer taraftan yeni asgari ücret, açıklandığı tarih olan 20 Haziran Salı günü 23.68 liralık dolar kuruna göre 481.5 dolara karşılık geliyordu. Ancak Merkez Bankası kararını takip eden haftanın son iki günündeki kur artışları ile şimdiden 455 dolara inmiş durumda.
Maaş artışı etkilerine şirketler yani işverenler açısından bakacak olursam; Brüt 13 bin 414 lira olarak belirlenen asgari ücretin, işverene maliyeti 15 bin 762 TL olacak. İşveren tarafında oluşan maliyet artışının enflasyon yaratıp yaratmayacağı konusunda farkı görüşler ve farklı tartışma zeminleri oluşsa da maaş artışlarının fiyatlara geçişkenliğini kabul etmemiz gerekiyor. Sektör bazında ve emek yoğun sektörlerde ağırlıklı olmak üzere maaş artışlarının fiyatlara geçişkenliği yüzde 8,5 ila yüzde 20 arasında geniş bir yelpazede yer alıyor. Dolayısıyla hem iç hem de dış piyasada maaş artışları bir maliyet kalemi olarak görüldüğünden fiyatları da arttırıcı yönde baskı yaptığı tartışılmaz bir gerçek…
Yazının devamı için TIKLAYINIZ!