Mahfi Eğilmez – 08.08.2018
Kapitalizm, üretim araçlarının mülkiyetinin özel kesimde olduğu ekonomik sistemin adıdır. Ekonominin üç temel sorunu olan kim için, kim tarafından ve ne miktarda üretim yapılacağı sorularını kapitalist sitemde, sistemin özünü oluşturan piyasa mekanizması çözer. Bu sistemde devletin görevleri sınırlıdır. Devlet genellikle mal ya da hizmet üretmez, üretimin kalitesini denetler, kesintisiz olmasını sağlamaya çalışır. Kapitalizmin temel unsuru olan piyasa mekanizmasının iyi işleyebilmesi yargının bağımsız olmasına, devletin liyakat sahibi kişilerce yönetilmesine, iş sahiplerinin ve devletle iş yapanların kayırılmamasına, yolsuzlukları gün yüzüne çıkarabilecek denetim mekanizmalarının iyi kurulup işletilebilmesine bağlıdır.
Ahbap çavuş kapitalizmi; kapitalizmin, bazı unsurlarının eksik olması sonucu ortaya çıkmış bir çeşididir. Bu sistemde yargı bağımsız değildir, yönetimin güdümündedir. Devlet liyakat sahibi kişilerin yönetiminde değil iktidar sahiplerinin yakınlığına dayalı kimselerce yönetilmektedir. Devletle iş yapanlar karşılıklı çıkar paylaşımları içindedir o nedenle kayırma esası geçerlidir. Yolsuzlukları gün yüzüne çıkaracak mekanizmalar yoktur ya da zayıftır.
Kapitalizm üç temel sınıfa dayanır: Aristokrasi, burjuvazi ve işçi sınıfı.
Aristokrasi, ekonomik, toplumsal ve siyasal gücün soylular sınıfının elinde bulunduğu yönetim biçimidir. Günümüzde artık böyle bir yönetim şekli kalmadığı için sözcük daha çok “soylular sınıfı” (aristokratlar) anlamında kullanılmaktadır. Aristokrasi, kapitalizme feodalizmden miras kalmıştır. Feodal düzen, malikâne ve toprak sahibi lordlarla onların malikânelerinin bulunduğu topraklarda çalışıp, tarımsal üretim yapan serflerden oluşurdu. Serfler, lorda ait topraklarda ürettikleri tarımsal üründen lorda belirli bir pay verir, ürünün gerisini kendileri alırdı. Feodal sistem zaman içinde tasfiye olurken lordlar, toprakları küçülmüş olan malikânelerinde yaşamaya devam ettiler. Aristokrasinin temeli böyle ortaya çıktı. Bugün günümüzde eski zenginlik ve gücü kalan aristokrat aileler ancak sanayi ya da ticaretle uğraşmaya başlamış olanlardır.
Burjuvazi, kentlerde yaşayan, köylü olmayan, aristokratlar sınıfına da dahil olmayan kişilerin, ailelerin oluşturduğu toplum kesiminin genel adıdır. Bu sınıf, sosyal statüsünü ve gücünü, eğitiminden, işveren konumundan ve zenginliğinden alır. Marksist analizden hareket edersek asıl burjuva sınıfı sanayi ve ticaretle uğraşan varlıklı ailelerdir. Bir de küçük burjuvalar vardır. Bunlar kentlerde doğup, büyüyen memurlar, yöneticiler gibi gruplardır. Bu iki grubun çıkarları zaman zaman birleşse de çoğu zaman çatışır.
İşçi sınıfı, fabrikalarda, üretim birimlerinde çalışan emek sahipleridir. Bazı ülkelerde işçi sınıfı sendikalı olarak örgütlenmiş ve daha güçlü bir sınıf haline gelmiştir. Kapitalizmde her üretim faktörü üretimden pay alır. İşçi de üretime kattığı emeğinin karşılığında ücret adı altında bir pay alır. Sendikalar, ücretlerin artırılması, işçi sınıfının haklarının artırılması için çalışırlar.
Aristokrasi, bir ülkede kültür, sanat ve bilimin ilerlemesine destek olur. Aristokratlar, bu işlerle uğraşan kişilere, kurumlara maddi ve manevi destek sağlarlar. Onları korumaya alırlar, burs verirler, okuturlar. Müzeler açarlar, okullar kurarlar, okullara, bilim ve sanat kürsülerine destek sağlarlar.
Burjuvazi bir ülkede sanayinin, ticaretin gelişmesine, kalitenin artmasına, gerekli yatırımların yapılmasına ön ayak olur. Öte yandan burjuvazi üretim birimlerinin sahibi olarak ülkede söz sahibi olur ve ülkenin ekonomik, sosyal ve siyasal politikalarının yönlendirilmesinde etkin rol oynar.
İşçi sınıfı, eğer emeğinin karşılığında yeterli ücret alabiliyorsa üretime katkısını en üst düzeye çıkarır.
Bir de Marx’ın küçük burjuvalar dediği bir grup vardır. Bu grup; gelir düzeyi düşük ya da orta düzeyde olan kentli sınıfları tanımlar. İşçi sınıfı ile burjuvazi arasında yer alan esnaflar, zanaatkârlar, memurlar bu grubun üyesi kabul edilir.
Türkiye’nin durumu ilginçtir. Aristokrasi, Osmanlı’da da Cumhuriyet döneminde de olmamıştır. Bunun temel nedeni Osmanlı’da, batıda görülen feodal yapının olmamasıydı. Her ne kadar kendisine timar adı altında toprak verilmiş sınıf olsa da bunlar hiçbir zaman kendi başlarına buyruk, Sultan karşısında güçlü yerel güçler olamadılar. O nedenle bizde yerel yönetimler de güçlenemedi ve hep merkeze bağımlı kaldılar. Dolayısıyla feodal beylikten aristokrasiye geçiş olmadı.
Osmanlı’da da Türkiye’de de burjuvazi, hiçbir zaman geniş sayıda bir sanayi ve ticaret burjuvazisi düzeyine çıkamadı. Daha çok bir bölüm esnafın biraz daha üst düzey gelir elde etmesiyle sermaye sahibi olmasına dayalı bir esnaf burjuvazisi düzeyinde kaldı. Ya devletten aldığı işlerle geçinmeye çalıştı ya da devletin dediklerinin dışına çıkmamaya özen gösterdi. O nedenle burjuvazi, az sayıdaki istisnası dışında, bizde daha ileri bir demokrasi için, eğitimde bilime dayalı bir yapı kurulması için, yargının bağımsız olabilmesi için mücadele verecek bir bütünsel yaklaşıma ulaşamadı.
1960’lardan başlayarak güçlenir gibi görünen işçi sınıfı ise güç anlamında, son 30 yılda iyice geri gitti. Bir dönem sendikalar güçlenmişti, askeri darbelerin de etkisiyle güçlerini yitirdiler ve bir daha eski güçlerine kavuşamadılar. SGK kayıtlarına göre bugün Türkiye’de sendikalı işçi sayısı toplam işçi sayısının sadece yüzde 11’ini oluşturuyor.
Türkiye’de tam anlamıyla var diyebileceğimiz grup küçük burjuvaların oluşturduğu gruptur. Küçük burjuvalar, gelirinin etkilenmemesi için birçok şeyden vazgeçebilecek bir sınıftır. Ne burjuvazi kadar güçlü ne de işçi sınıfı kadar devrimcidir.
Başka nedenleri de var kuşkusuz ama bir yandan da bu sınıfsal eksikler nedeniyle Türkiye hiçbir zaman kapitalizme tam olarak geçemedi, hep ahbap çavuş kapitalizmi içerisinde bocaladı durdu.