Charles Dickens’in, ön tarafta birtakım dramları, karşılıksız aşkları, nefret ve sevgileri ele alırken arka tarafta Fransız Devrimi ve onun çevrede yarattığı etkileri işleyen ‘İki Şehrin Hikayesi romanı’ (ilk yayınlanışı 1859) şu cümlelerle açılır: “Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü, akıl çağıydı, budalalıklar çağıydı…” Gerçekten de o dönemde olup bitenlere bakıldığında bu cümlelerden daha iyi tanımlama yapılamaz diye düşünürsünüz.
Fransız filozof Alexis de Tocqueville, başyapıtı ‘Amerika’da Demokrasi’de (ilk yayınlanışı 1835) Amerika’da çok önem verildiğini gözlemlediği ‘halk egemenliği’ ve ‘fırsat eşitliği’ konularının önemine dikkat çeker. Ona göre Amerikan halkı, bu iki ilke çerçevesinde örgütlenir ve bütün sistemin işleyişini denetler ve bu da Amerikan demokrasisine eşsiz bir güç kazandırır. Tocqueville, bir yandan Amerikan yönetim biçiminin ele alıp demokrasinin erdemlerini vurgularken bir yandan da demokratik çoğunluğun zorbalığa dönüşme tehlikesine dikkat çeker.
Amerikan rüyası, çok çalışma ile başarı, refah ve şöhretin yakalanabileceği düşüncesini savunan bir düşünce biçimi ve geleneğidir. Yirminci yüzyılın son çeyreğine kadar ABD’de Amerikan rüyasının sembolleri bahçeli bir ev ve bir araba sahibi olmak biçiminde özetlenirdi. Genellikle de bu rüyanın gerçeğe dönüşebilmesi için Amerikan demokrasisi gibi bir rejimin gerekli olduğu öne sürülürdü. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Amerikan demokrasisinin, başarıya ulaşmada Sovyet tipi bir dikta rejimine ne kadar üstün olduğu vurgulandı hep.
Sonra 1957’de Sovyetler Birliği, ilk uzay aracını (Sputnik 1) dünya çevresinde yörüngeye oturtunca ABD’de ciddi bir şaşkınlık yaşandı. Ruslar, bir ay sonra bu kez Sputnik 2 ile Layka adlı köpeği uzaya yolladıklarında Amerikan Rüyası tam anlamıyla bir karabasana dönüştü. Amerikan rüyasının aldığı en önemli darbelerden birisi budur. Rusların uzay yarışında öne geçmeleri demokrasinin varlığının, başarı için yeter şart olmadığını ortaya koydu.
Amerikan rüyası zaman içinde birçok darbe daha yedi. Yirminci yüzyılın son çeyreğine gelindiğinde çok çalışıp başarılı olma düşüncesi, fırsatları yakalayıp, haksız yere de olsa hızla köşeyi dönme düşüncesine dönüştü. Böylece zenginleşme için her şeyin kabul edilebilir olduğu düşüncesi demokrasi içinde fırsat eşitliğinin sağlanmasına saygı duyulması yaklaşımını bastırmış oldu. Amerikan rüyasının yediği büyük darbelerden birisi de budur.
Trump ve taraftarlarının seçimin son aşamasını da kaybettikleri halde iktidarı terk etmemek için demokrasiye karşı giriştikleri darbe teşebbüsü, dijitalleşmenin bilgiye ulaşım kapılarını sonuna kadar açtığı ve aklın giderek egemen hale geldiği günümüz ortamında yaşandı. Amerikan demokrasisi her şeye karşın güçler ayrımındaki netliği, hukukun üstünlüğü konusundaki açıklığı ile bu tür zorbalıkların sürmesine izin vermeyecek ve bu sıkıntıyı aşacak olsa da bu zorbalık girişimi ABD açısından müthiş bir itibar kaybı olarak iz bırakacak.
Bu zorbalık girişimi; Dickens’in ‘akıl çağıyla budalalıklar çağının aynı anda var olabileceği’ tespitinin ve Tocqueville’in vurguladığı ‘demokratik çoğunluğun zorbalığa dönüşme tehlikesinin’ günümüzde de aynen geçerli olduğunu herkese açık biçimde göstermiş bulunuyor. O nedenle seçmenlerin tercihlerini yaparken seçecekleri insanların demokrasiden yana olup olmadığını iyice araştırıp emin olmaları gerekiyor.
2000’lere gelirken seçimi kaybedenlerin koltuktan kalkmasının erdem olarak kabul edileceği bir dünyayı hiçbirimiz düşünmemiştik sanırım.