Kapitalist sistemin temel kabullerinden birisi Adam Smith ve özellikle David Ricardo’dan beri ‘uluslararası ticaretin gelişmesi ve artmasının uluslararası refahı artıracağı’ öngörüsüdür. Bu genel kabule uygun bir uluslararası anlaşmalar ve organizasyonlar çerçevesi oluşturulması düşüncesi ilk kez II. Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru yaşama geçirildi ve 1944 yılında toplanan Bretton Woods konferansında üç uluslararası kuruluş gündeme geldi: IMF, Dünya Bankası ve Uluslararası Ticaret Örgütü (ITO.) Bunlardan IMF; ödemeler dengesi krizine giren ve o nedenle uluslararası ticaretten çekilen ülkeleri yeniden sisteme sokabilmek ve karşılıklı ithalat kısıntılarını önlemek için, Dünya Bankası; savaşta yıkılan Avrupa’yı onaracak destekleri sağlayarak Avrupa’nın uluslararası ticaretin dışında kalmasını önlemek amacıyla kuruldu. Avrupa toparlanıp da desteğe ihtiyacı kalmayınca Dünya Bankası bu kez gelişmekte olan ekonomilerin altyapı ve sektörel sorunlarına destek sağlayarak onların uluslararası ticarette daha fazla yer almasını sağlama amacına yöneldi. ITO ise özellikle ABD’nin çeşitli konulardaki karşı çıkışları nedeniyle ötekiler gibi organizasyonel bir yapıda kurulamadı, buna karşılık Ticaret ve Tarifeler Genel Antlaşması adı altında (GATT) bir uluslararası ticaret anlaşması imzalandı. Türkiye 1951 yılında GATT’a katıldı. 1995 yılında Dünya Ticaret Örgütü (DTÖ) kuruldu ve GATT’ın yerini aldı. Bugün Dünya Ticaret Örgütü’nün, küresel ticaretin yüzde 98’ini yürüten, toplam 164 üyesi bulunmaktadır. Türkiye DTÖ’ye 1995 yılında üye oldu.
DTÖ’nün temel görevleri; çok taraflı ticaret görüşmelerini yönetmek ve uygulamak, uluslararası ticaret anlaşmazlıklarına yol açan sorunlara çözüm aramak, ulusal ticaret politikalarının uluslararası ticarete uyumunu denetlemek ve bu amaçlar doğrultusunda küresel ekonomi politikalarının düzenlenmesi ve yönlendirilmesinde görevli uluslararası kuruluşlarla iş birliği yapmak olarak sıralanabilir. DTÖ bu görevleri çerçevesinde fikri mülkiyet haklarından tekstil ticaretine, gıda güvenliğinden hizmetler ticaretine kadar birçok alanı kapsayan ve üye ülkelere birtakım taahhütler yükleyen anlaşmalarla çalışmaktadır. DTÖ nezdinde yapılmış uluslararası anlaşmaların en önemli kurallarından birisi GATT düzenlemelerinden beri gelen ‘ayırım yapmama’ ilkesidir. Buna göre ithalat ile yerli üretim arasında bir ayırım yapılması yasaktır.
DTÖ’nün en üst yetkili organı Bakanlar Konferansıdır. Üye ülke temsilcilerinden oluşan bu kurul iki yılda bir toplanır ve çok taraflı ticaret görüşmeleriyle ilgili kararları alır. Genel Konsey (aynı zamanda anlaşmazlıkların çözüm organıdır), günlük rutin işleri Bakanlar Konferansı adına yapar. Genel Konsey’in yetki devri yaptığı üç organ vardır: Mal Ticareti Konseyi, Hizmet Ticareti Konseyi ve Fikri Mülkiyet Hakları Konseyi. Uyuşmazlığa taraf olanlar DTÖ’nün kararı üzerine temyiz yoluna gidebilirler. Temyiz başvuruları Genel Konsey (Anlaşmazlık Çözüm Organı) tarafından oluşturulan Daimî Temyiz Organına gider. Daimî Temyiz Organı, DTÖ üyelerini temsil eden ve hiçbir hükümete bağlı olmayan, uluslararası ticaret ve hukuk alanında tanınmış 7 kişiden oluşur. Bu üyeler 4 yıl görev yaparlar ve bir kez daha atanabilirler.
Bir uyuşmazlık hali ortaya çıktığında temyiz organında rotasyon usulü ile belirlenen 3 üye uyuşmazlığı inceleyip karara bağlıyor. Dolayısıyla temyiz organında karar alınabilmesi için en az üç üyenin oyu gerekiyor.
DTÖ’nün kuruluşundan bu yana temyize giden uyuşmazlıkların yarıdan fazlasını ABD aleyhindeki uyuşmazlıklar oluşturuyor. ABD, uzun süredir bu uyuşmazlıklarla ilgili olarak verilen temyiz kararlarını beğenmiyor ve o nedenle de temyiz organına yapılacak yeni üye atamalarını veto ediyor. Bugün itibarıyla Daimî Temyiz Organında görev yapan üyelerin altısının süreleri tamamlandığı halde atama yapılamaması nedeniyle yerleri boş duruyor ve karar yeter sayısını yitiren organ karar alamaz durumda bulunuyor. Sorunun çözümü için çeşitli seçenekler üzerinde çalışılıyor olsa da DTÖ’nün bağımsız yapısını koruma umudu giderek azalıyor.
Küreselleşme sonrasında IMF ve Dünya Bankası kota ve sermaye artırımı yapmak istediklerinde en yüksek paya sahip olan ABD’nin engellemesine takılmaya başlamışlardı. ABD, o zamana kadar süregelen bağımsız yapılarından hoşnut olmadığı için bu kurumları yönlendirmesi altına almaya çalışıyordu. 1990’lardan itibaren adım adım bu planını devreye sokan ABD sonunda bu kurumları egemenliği altına aldı ve ancak ondan sonra kota ve sermaye artırımlarını onayladı. Bu hamleler sonrası bu iki kuruluş bağımsızlıklarını yitirdiler ve ABD Hazinesinin görünürde olmasa da gerçekte birer bağlı kuruluşu haline geldiler. Bu son gelişmelere bakılınca DTÖ’nün de ABD Dışticaret Temsilciliğinin (USTR) bağlı kuruluşu olmaya doğru sürüklendiği anlaşılıyor.