Gündem o kadar yoğun ki! Halen devam eden iki sıcak savaşın yanı sıra Lübnan’la sağlanan ateşkese rağmen durmayan saldırılar, sınır komşumuz ve son yıllardaki terör ve göç güvenliği sorunumuz Suriye’de muhaliflerin Şam’a girişi, Almanya’da hükümetin geçtiğimiz ay düşmesinin ardından Fransa’da da 62 yıl sonra hükümetin devrilmesi, Gürcistan’da halk ayaklanmaları, neoliberalizmin medarı iftiharı Güney Kore’de bir gecelik sıkıyönetimin ardından Cumhurbaşkanının istifasının oylanması, Romanya’da seçim iptali ve elbette seçilmiş ABD Başkanı Trump’ın kabine atamaları ile sosyal medya paylaşımları arasında ortaya atılan olası ekonomik ve jeopolitik senaryolar…
ABD, son sekiz yılda küresel ticaret politikalarında dönüşümü başlattı…
Yukarıda saymaya çalıştığım gelişmelerin birçoğu küresel olarak yeni bir jeopolitiğin oluştuğunu gösteriyor olsa da ekonomik açıdan küresel bir korumacılığın çoktan başlamış olduğunu da kimse inkar edemez. Zira dört yıllık Trump yönetimiyle ABD tarafından başlatılan Çin korumacılığı, ondan sonra iktidara gelen Biden yönetimi tarafından AB’ye de empoze edilerek genişletildi. Son sekiz yıldır küresel ticaret ve serbest ticaret anlaşmalarının öncüsü olan ABD’nin bu defa küreselleşmeyi parçalayan bir aktör olduğu söylenebilir.
Diğer taraftan orta vadede yaşlı bir nüfusa ve farklı ekonomik yapılara sahip olan AB’nin ABD’den teknoloji alanında geriye düşüşü ile birlikte ortaya çıkan bir dizi regülasyon ihtiyacı, bir sarmala dönüşerek Almanya ve Fransa gibi iki güçlü ülkeyi siyasi istikrarsızlığa sürükledi.
Seçilmiş Başkan Trump’ın 20 Ocak’ta hükümeti kurmasıyla ekstra tarife uygulamaya başlaması ve Ukrayna meselesi başta olmak üzere savunma ve iklim gibi her türlü küresel harcamadan kendini azade kılması ise yine en çok savaşan ülkeler dışında AB’yi etkileyecek. Sadece bir yılda ilave tarifelerin yaratacağı ihracat düşüşü 150 milyar Euro olarak hesaplanırken, Çin rekabeti ve Rusya yaptırımlarının bölgeye oluşturduğu geçmiş maliyet ise henüz hesaplanmış değil!
AB-Mercosur Anlaşması’nın zamanlaması dikkat çekici!
İşte tam da böylesine bir konjonktürde sıcak dünya gündeminde kendisine pek de yer bulamayan bir gelişme yaşandı: Avrupa Birliği (AB) ile Güney Ortak Pazarı (MERCOSUR) arasındaki ticaret anlaşması müzakereleri tamamlandı. Cuma günü duyurulan Avrupa Birliği ve Güney Amerika arasındaki birleşme, Trump’ın başkanlığının getirebileceği değişen ticaret ittifaklarının türünü gösteriyor. Avrupa Birliği, Arjantin, Bolivya, Brezilya, Paraguay ve Uruguay’ı içeren bir Güney Amerika ticaret bloğu olan Mercosur üyeleriyle bir anlaşma imzalayarak bugüne kadarki en büyük ticaret anlaşmasını tamamladı.
Anlaşma ile ABD’den daha iyi koşullar elde edilebilir
Anlaşma onaylanırsa, dünyanın en büyük ticaret bölgelerinden birini kuracak ve kıtalar arasında taşınan otomobil, makine ve ilaçlar üzerindeki tarifeleri düşürecek. Bu bağlılık, ortak ülkelerin birçoğunun birbirleriyle ABD ile olduğundan daha iyi ticaret koşulları elde etmesiyle Amerikan ihracatçılarını dezavantajlı bir duruma sokabilir. Örneğin, Avrupa’ya sığır eti, kümes hayvanı ve soya fasulyesi satmak isteyen Amerikan çiftçileri kendilerini bir anda, artık daha düşük tarifelerle pazara erişecek olan Güney Amerika ihracatları tarafından dışlanmış bulabilir.
25 yıldır üzerinde çalışılan ve dünyanın en büyük serbest ticaret bölgelerinden birini oluşturmayı hedefleyen anlaşmaya Avrupa’daki çiftçiler, Güney Amerika’da hayvancılıkla uğraşan üreticilerle rekabet edemeyeceklerini söyleyerek şiddetle karşı çıkıyor. Özellikle Fransız çiftçiler, Güney Amerika ürünlerinin ulusal pazara akın etmesinin yerel tarımı baltalayacağından endişe ediyor. Ancak anlaşmanın imzalanması ne kadar ilginçtir ki tam da Fransa’da 62 yıl sonra düşen ilk hükümet olayının birkaç gün sonrasına denk gelmiştir.
AB’nin imzaladığı bu anlaşma ABD tarifelerine karşı önemli bir manevra olarak değerlendirilebilir ancak basında yer alamayacak kadar fazla sıcak gündemin yer aldığı bir dönemde gelmiş olması da akıllardan çıkmamalıdır.
AB, özellikle birlik ülkelerinin iki güçlü ülkesi Almanya ve Fransa’yla ilgili gelişmeler, önemli ticaret ortaklarımız olmasının yanı sıra bölgesel ve serbest ticaret anlaşmalarının konjonktürel önemine de vurgu yapmaktadır.
Türkiye son yirmi yıldaki Latin Amerika atağı, ekonomik ve diplomatik açılardan kıymetlidir
İlk kez doksanların sonunda Arjantin’in başkenti Buenos Aires’te açılan ilk Türk şirketi ile başlayan süreç; bugüne gelindiğinde çok fazla yol kat edilerek; yirmiden fazla Türk şirketinin Latin Amerika’da başta otomotiv, madencilik ve taşımacılık sektörlerinde olmak üzere birçok alanda faaliyet gösterir hale gelmesiyle devam ediyor.
Diğer taraftan savunma teknolojileri alanında da Türk savunma devi ASELSAN ve Türk Havacılık ve Uzay Sanayii (TUSAŞ), Arjantin merkezli INVAP, Ankara’da kurulan ortak iştirakleri GSATCOM gibi kurumlarımızın bölgede faaliyet gösterdiği biliniyor.
Türkiye ve Latin Amerika’nın ticaretinin 2002-2023 yılları arasında 14 kat, 2024’ün ilk üç çeyreğinde ise 1,7 milyar dolar artış kaydettiği görülüyor.
Alternatif pazar yaratılmalı
Euro dolar kurunda euro aleyhine görülen değişimin ve Avrupa pazarlarındaki talep durgunluğunun ihracatımız açısından oluşturduğu risklere karşılık, alternatif pazarlar bularak ilerlememiz gerektiği gerçeği bir tarafa mevcut serbest ticaret anlaşmalarının daha fazla gündeme geldiği korumacı bir döneme girileceği gerçeğiyle yüzleşmemiz gerekmektedir.
Diğer taraftan AB’nin Mercosur Anlaşması hem iklim kriziyle mücadele hem de üretim-bölüşüm dengesi açısından Avrupa ülkelerinde süregelen çiftçi protestoları ve artan siyasi gerilime bir süre daha neden olacak gibi gözükmektedir.
Özetle bu değişen ekonomi ve ticari konjonktürde ülkemizin risklerden korunmak ve fırsatları değerlendirmek açısından oluşturacağı strateji her zamankinden daha çok önem kazanmaktadır.