Mahfi Eğilmez – 30.12.2016
Fala inanmam ama 2017 yılında neler olacağını tahmin etme imkânı olmadığını, ancak fal benzeri öngörülerde bulunmanın mümkün olabileceğini vurgulamak için bu başlığı kullandım.
Her yıl yaptığım gibi 2017 yılı için de sayısal tahmin yaptım ama iki nedenle bu tahminlerimi açıklamayacağım.
Birinci neden:
Ekonomik göstergeler ile ilgili bilimsel tahminde bulunabilmek için iki aşamalı bir işlem yapmak gerekiyor: Geleceğe ilişkin varsayımları ortaya koymak ve bu varsayımlar altında mevcut verileri bir model çerçevesinde kullanarak tahminleri yapmak. Tahminlerin dayanacağı varsayımları ortaya koymakta yani ilk aşamada bir sorun yok. Örneğin 2017 yılı için şöyle varsayımlar yapılabilir: Fed 3 kez faiz artıracak, Avrupa’da toparlanma olmayacak ve mevcut ekonomik durum devam edecek, Çin, eski büyüme ivmesine geri dönemeyecek, gelişme yolundaki ekonomilerde finansman sorunları yaşanacak. Buna karşılık ikinci aşamada yani bu varsayımlara dayanarak ele alınacak veriler konusunda sorunlar var. TÜİK, Avrupa Birliği hesaplar sistemiyle uyum sağlamak üzere ESA 2010 düzenlemeleri çerçevesinde GSYH hesaplama sistemini değiştirdi. Bu değişikliğin çeşitli etkileri ve sorunları ortaya çıktı. Eski ve yeni GSYH serileri arasında genel görünümü fazlaca etkilemeyen buna karşılık ayrıntılarda görünümü etkileyen bazı yer değişiklikleri yapıldı. Örneğin bazı kalemler tüketim harcaması olmaktan çıkıp yatırım harcaması olarak sınıflandırılmaya başlandı. Bunun sonucunda eski seri GSYH’de mesela nihai tüketim harcamalarının toplam harcamalar içindeki payı yüzde 70 dolayındayken yeni seri GSYH’da bu oran yüzde 60 düzeyine düştü. Bunun sonucunda tüketim oranı düşerken yatırım ve tasarruf oranları onar puan yükselmiş oldu. Bu durum oldukça tartışmalı görünüyor bana. TÜİK’in yaptığı açıklamada yeni hesaplamaya göre bulunan GSYH’da eski hesaplamaya göre ortaya çıkan 384 milyar TL farkın ağırlıklı bölümü inşaat kesimindeki artıştan kaynaklanıyor. Bu tutar GSYH’nın yaklaşık yüzde 20’sine denk geliyor. Bu kadar büyük bir tutarın hesapların nasıl dışında kaldığı tam olarak açıklanamıyor ve ister istemez bir şehir efsanesi olarak ortada dolaşan ve GSYH’nın yüzde 20’si dolayında olduğu öne sürülen kayıt dışılık oranı esas alınarak hesaplara ekleme yapıldığı düşüncesinin doğmasına yol açıyor. TÜİK’in açıkladığı yeni seride nominal değerlerde geçmişe dönük düzeltmelerin reel değerleri nasıl olup da yüzde 25 – 50 oranında etkilediği yanıtlanması gereken en önemli sorulardan birisi olarak karşımızda duruyor. TÜİK, GSYH serisini ve buna bağlı olarak büyüme oranlarını yeni sistemle geçmişe doğru revize etmekle birlikte 2016 yılının üçüncü çeyrek büyümesini eski seriye göre açıklamamış bulunuyor. Dolayısıyla ortada bir veri kopukluğu var. Bu tür bir seri değişikliği yapıldığında bir süre eski seriyle de tahmin açıklamaya devam edilmesi gerekiyor.
Özetle söylemek gerekirse GSYH, tasarruflar, yatırımlar, tüketim, büyüme oranı gibi temel verilerle ilgili bu sorunlar tahmin yapma konusunda ciddi sıkıntı yaratıyor.
İkinci neden:
TÜİK’in yeni serisini bir kenara bırakarak eski verilerden giderek 2017 yılı için tahmin yapmayı ve bunları yeni serideki verilerle karşılaştırmayı denedim. Buradan da anlamlı sonuçlara ulaşamadım. Beni tatmin etmeyen bu sayısal tahminleri sizlerle paylaşmak daha da anlamsız olacağı için bunları paylaşmamaya karar verdim. Paylaşabileceğim şeyler falcı söylemlerine yakın gelecek öngörülerinden ibaret.
2017 yılında küresel krizden çıkış görünmüyor. Hatta daha da kötüye gidiş söz konusu olabilir. Avrupa’da mali kuruluşlar arasında batışlar olabilir. Eğer ABD, Çin’e karşı ticareti kısıtlayıcı önlemler alır ve bunun sonucunda Çin krize girerse, küresel sistem, bir yazımda[i] ayrıntılı olarak değindiğim bir kriz kısır döngüsüne girebilir. Öte yandan küresel krizin başından beri durumu idare etmeyi başarmış görünen gelişmekte olan ekonomilerin dayanma güçlerinin artık tükenmekte olduğunu da gözden kaçırmamak gerekiyor.
Bu gelişmelere paralel olarak Türkiye’nin 2017 yılında hem bu dış gelişmeler hem de içerideki risk artışları nedeniyle sıkıntılarının devam edeceğini düşünüyorum. Siyaset, bu karışık ortamda bile ilk sırayı tutuyor ve istikrarsızlık unsuru olmayı sürdürüyor. Oysa böyle bir ortamda siyaset geri planda kalmalı ve ağırlık yapısal reformlara verilmeliydi. Ne yazık ki Türkiye, yapısal reformları kendi başına yapamıyor. Turizmde görüntü geçen yıldan da kötü bir gidişe işaret ediyor. Kredi genişlemesi amacıyla yaratılan yeni imkânlar çoğunlukla yeni harcama ya da kullanım değil eski kredilerin çevrilmesinde kullanılıyor. Türkiye 2016’da doğrudan yabancı yatırımlarda yarı yarıya düşüş yaşadı ve buradaki kayıp sıcak para girişindeki artışla giderildi. Bunun sürdürülebilmesi büyük ölçüde Fed’in izleyeceği faiz politikasıyla bizim içeride yaratacağımız riskler arasındaki dengeye bağlı bulunuyor. TL’nin ciddi değer kaybı yaşadığı bir yılda ihracatın da düşmüş olması ayrı bir sıkıntının habercisi. TL’deki değer kayıpları bir yandan enflasyonda artışa yol açacağı gibi faizlerde de ister istemez artışa gidilmesine yol açacak gibi duruyor.
Türkiye açısından son 2 yılda her yeni yıl eskisinden daha sıkıntılı geçti. Umarım ben yanılırım, umarım gelen gideni aratmaz.