Mahfi Eğilmez – 04.12.2012
Tablo ve grafikler
2012 yılının sonuna gelirken yılsonu tahminlerimizi daha tutarlı yapabiliyoruz. Önce makro göstergelerin en önemlilerinin 2005 – 2011 arasında çizdiği görünümü kesin sonuçlarla, 2012 yılında çizdiği görünümü de yılsonu tahminlerimizle gösteren aşağıdaki tabloyu verelim.
Çeşitli Göstergeler (%)
|
2005
|
2006
|
2007
|
2008
|
2009
|
2010
|
2011
|
2012
|
Enflasyon (yılsonu)
|
7,7
|
9,6
|
8,4
|
10,1
|
6,5
|
6,4
|
10,5
|
6,5
|
DİBS Faizi (yılsonu)
|
16,2
|
18,0
|
18,4
|
19,1
|
11,5
|
8,2
|
8,7
|
6,5
|
Büyüme
|
8,4
|
6,9
|
4,7
|
0,7
|
-4,7
|
9,2
|
8,5
|
3,5
|
İşsizlik
|
10,6
|
10,2
|
10,3
|
11,0
|
14,0
|
11,9
|
9,8
|
9,0
|
Bütçe Dengesi / GSYH
|
-1,5
|
-0,5
|
-1,6
|
-1,8
|
-5,5
|
-3,6
|
-1,3
|
-2,7
|
Cari Denge
|
-4,6
|
-6,1
|
-5,9
|
-5,7
|
-2,2
|
-6,3
|
-10,0
|
-7,0
|
Şimdi de bu tablodaki göstergeleri grafiklerle gösterelim.
Enflasyon
Uzun yıllar Türkiye ekonomisinin en büyük sorunu olan enflasyon 2009 ve 2010 yıllarında düştüğü yüzde 6,5 oranındaki düzeye yeniden dönecek gibi görünüyor. Yüzde 6,5, dünya standardında hala oldukça yüksek bir düzey olmasına ve enflasyon hedeflemesinin orta noktası olan yüzde 5 hedefinden yüzde 30 oranında bir sapmayı işaret etmesine karşın 2011 yılında yaşanan sıçramadan geri geliş göz önünde tutulursa önemli bir başarı olarak kabul edilmelidir. Çünkü enflasyonda bu tür sıçramalar olduğunda dönüş kolay değildir.
Faiz
Devlet iç borçlanma senedi (DİBS ya da Hazine kağıtları) faizinin enflasyona paralel olarak gerilemesi doğaldır. (Burada gösterge tablosuna aldığımız faiz ikinci el piyasada DİBS’ler için oluşan gösterge faiz değil Hazine’nin birinci elden borçlanmasında ortaya çıkan faizdir.) Bir yıl önce piyasa gösterge faizi yüzde 9 – 10 arasındaydı. Yani bir yıl önce DİBS almış olanların ((Reel faiz = (1 + nominal faiz / 1 + beklenen enflasyon) – 1) formülünden gidersek)) yüzde 3’e yakın reel faiz elde ettiklerini görüyoruz. Piyasadaki gösterge faizin yıl sonunda yüzde 6’nın biraz altında olmasını bekliyorum. Bir yıl sonrası için eğer enflasyon bu oranın altında gerçekleşmezse o zaman DİBS’lerde negatif reel faiz olgusu yaşayacağız demektir.
Büyüme
2008’de sıfıra yakın büyüme ve 2009’da eksi büyümenin ardından 2010 ve 2011’de üst üste yaşanan yüksek büyüme oranlarını 2012 yılında yeniden düşük bir büyüme oranının izlemesi böyle bir konjonktür için şaşırtıcı değildir. Kaldı ki yüzde 3,5 dolayında bir büyüme Türkiye için düşük olmakla birlikte gelişmiş dünya için ideal büyüme oranıdır. Bu oranın Türkiye için düşük kabul edilmesinin nedeni ise Türkiye’nin potansiyel büyüme oranının yüzde 5 – 5,5 dolayında olmasından kaynaklanmaktadır.
İşsizlik
İşsizlik oranı yüzde 8 ile 10 arasında hareket eder bir görünüm içine girmiştir. Gelişmiş dünya ile karşılaştırıldığında benzer oranlar karşımıza çıkıyor. Sorunun kökten çözümü (ki bu işsizlik oranının yüzde 5’ler düzeyine indirilmesi olarak kabul edilebilir) ekonomide yapısal dönüşümlerin gerçekleştirilmesine bağlı bulunuyor.
Bütçe açığı
Türkiye’nin son on yılına damgasını vuran en olumlu gelişme bütçe açığının uluslararası standartlar düzeyine düşürülmüş olmasıdır. 2009 ve 2010 yıllarında küresel krizin etkisiyle yükseliş gösteren bütçe açığı, 2011 yılından başlayarak yeniden denetim altına alınmış bulunuyor. 2012 yılında artış sergilemiş olsa da bu artış, bütçe dengesinin denetimden çıkmış olması gibi bir görünüm vermiyor. Buradaki temel sorun bütçe dengesinin bir sefere özgü gelirlerle sağlanıyor olmasıdır. Sürdürülebilir olmaktan uzak görünen bu yapının değiştirilmesi ve vergi alanında mutlaka yapısal reformların yapılması gereklidir.
Cari açık
Bütçe açığını kapamayı başaran Türkiye’nin bunun yerine cari açığı ikame etmesi adeta bir ekonomi politikası aracı halini aldı. Son on yılda bütçe açığı kapanırken cari açık sürekli arttı. Cari açığın 2012 yılında yüzde 10’dan yüzde 7’ye gerilemiş olması başarı gibi görünse de bu alanda Türkiye’nin dünya birincisi olduğu gerçeği ortadadır. Ne yazık ki bugünkü ekonomik yapı çerçevesinde Türkiye’nin büyümesi ya kamunun ya da özel kesimin açık vermesiyle sağlanabilir durumdadır. Bunun da altında yatan neden iç tasarrufların yetersizliğidir. Bu konuda atılan adımların sonuç vermesi zamana bağlı görünüyor.
2013’e bakış
Özetle Türkiye, 2012 yılını artılarının eksilerinden daha fazla olduğu bir yıl olarak tamamlıyor. Ticaretimizin en yoğun olduğu Avrupa’nın karabasanlar yaşadığı bir yılda bu durumu başarı olarak kabul etmek gerekir. 2013 yılında Avrupa şu iki durumdan birisini yaşayacak gibi görünüyor: (1) Toparlanma, (2) Patinaja devam. Eğer ikincisi gerçekleşirse bu patinaj Avrupa’nın daha da geriye kaymasına yol açabilir. Ve işin kötüsü bu ikinci yol ilkine göre daha olası görünüyor. Bu durumda finansman bulmanın daha kolay ama büyümenin daha zor olduğu bir patika önümüzde uzanıyor gibi görünüyor.
Türkiye’nin ekonomik durumunu daha da düzelterek sürdürebilmek, bir seferlik gelirlere ya da altın ihracatı gibi illüzyonlara başvurarak bütçe dengesi veya cari dengeyi düzeltmekten kurtulmak için yapısal reformları zaman geçirmeden hayata geçirmesi gerekiyor. Defalarca saymış olmamıza karşın yapısal reformların ekonomi için gerekli olan en önemlilerini bir daha sıralayalım: (1) Vergi reformu (kayıp ve kaçağın azaltılması, kayıt dışı ekonominin kayda alınması, bu çerçevede vergi denetiminin güçlendirilmesi, Türk vergi sisteminin dolaylı vergilere dayalı olmaktan çıkarılıp dolaysız vergilere ağırlık verecek bir sistemin kurulması.) (2) Kısmi ve geçici ithal ikamesi (ithalatın yerine yerli üretimin teşvik edilmesine yönelik son teşvik düzenlemesi bu amaca hizmet edecek gibi görünüyor, biraz zamana ihtiyaç var.) (3) Enerjide doğalgaza aşırı bağımlı yapıdan yerel kaynaklara daha fazla ağırlık veren bir modele geçilmesi.
Bu yılı yapısal reformlara odaklanarak geçirmemiz halinde önümüzdeki dönemin daha parlak olacağı çok açık.