Mahfi Eğilmez – 07.12.2017
Siyasal sorunların arttığı ve ekonominin iyi yönetilemediği bir ülke, eğer tasarruf açıkları da varsa, bu hataların bedelini ekonomide, parasının iç ve dış değer kaybıyla öder. Paranın iç ve dış değer kaybı karşımıza yüksek enflasyon ve yüksek kur olarak çıkar. Her ikisini de denetlemenin temel aracı faizin artırılmasıdır. Dolayısıyla yüksek faiz, paranın iç ve dış değer kayıplarının sonucudur. Sorunu sonuçtan yani faizden giderek çözmeye çalışan ekonomilerde sorun daha da büyür. Sorunu faizi artırarak çözmek ancak geçici bir rahatlama sağlar. Orta ve uzun vadede sorunu çözmek için ekonomiyle birlikte ekonomi dışı yapısal meseleleri çözmeye girişmek gerekir.
Türkiye 2000’lere doğru giderken birçok siyasal, sosyal ve ekonomik sorunla karşı karşıyaydı. Bütçe açıkları yüzde 10 dolayında seyrediyor, sürekli yaşanan yüksek bütçe açıklarının neden olduğu kamu borçlanması özel kesime borçlanacak alan bırakmıyordu. Dolayısıyla özel kesim yatırım yapmak için yeterli finansman imkânına ulaşamıyordu (dışlama etkisi.) Bankacılık kesimi, doğru dürüst düzenlemelerden ve denetimden yoksundu ve bunun sonucu olarak döviz pozisyonları açılmış, adeta kamu kesiminin verimsiz borçlanmasını finanse eden bir sisteme dönüşmüştü. Hazine, Merkez Bankası’ndan düşük faizle avans kullanıyor ve bunları geri ödemeyerek, tam tersine her yıl artan bütçe ödenekleri çerçevesinde artırarak, piyasada parasal fazlalık yaratılmasına yol açıyordu. Bunların sonucu olarak TL sürekli olarak iç ve dış değer kaybı yaşıyordu. Türkiye yüksek enflasyon, yüksek kur ve dolayısıyla bunların sonucu olarak yüksek faiz sarmalına girmişti. Sistemi ayakta tutan ya da daha doğru bir ifadeyle krize girmesini önleyen sigorta, müdahaleli esnek kur politikasıydı. 2001 yılına giderken esnek kur rejimi, IMF’nin tavsiyesiyle bir bant içine yerleştirildi ve o haliyle esnekliği çok sınırlı hale geldiği için sabit kur rejimine benzer bir yapıya büründü. Bu esneklik kaybı, ekonomiyi, uzun yıllar taşımayı başardığı yüksek kur, yüksek enflasyon ve yüksek faiz sarmalını daha fazla taşıyamaz hale getirdi ve 2001 krizine girildi.
Türkiye, IMF’nin yanlış yönlendirmesiyle girdiği 2001 krizinden yine IMF desteğinde uyguladığı Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı ile çıktı. IMF’nin desteği 2008 yılının Mayıs ayına kadar sürdü. Bu destek bir yandan toplamda 45 milyar dolara varan parasal desteği, bir yandan da ekonomiyi toparlamaya yarayan yapısal reformların ve uygulama programlarının teknik desteğini kapsıyordu. Bu dönemde bankacılık reformu yapıldı, kamu kesiminin açıklarının kapatılmasına yol açan adımlar atıldı ve bu yolla kamu mali disiplini sağlandı. Kamu kesiminin kendi içinde ve dışındaki borçları yeniden yapılandırılarak ödendi, Hazine’nin Merkez Bankası’ndan borçlanma imkânı kaldırıldı, para politikası sıkılaştırıldı. Türkiye, uzun yıllardır izleyici aday konumunda kaldığı Avrupa Birliği ile tam üyelik müzakerelerine başladı. Avrupa Birliği ile tam üyelik girişimi başlı başına bir yapısal reformdu. Bu başlangıcın ardından Türkiye’ye tarihi boyunca gelmiş doğrudan yabancı sermaye bir yıl içinde gelir oldu. Ekonomi toparlandı ve geleceğe umutla bakılır oldu.
2009 yılı ve sonraki yıllarda yapılması gereken diğer yapısal reformlar yapılamadı. Hatta birçok alanda (mesela hukuk alanında, mesela eğitim alanında) yapılması gerekenlerin tersi yapıldı. Avrupa Birliği ile hiç olmadığı kadar ilerlemiş bulunan üyelik görüşmeleri aşamasından tamamen uzaklaşıldı. Kamu mali disiplini alanında yapılmış bulunan reform da 2017 yılında artan bütçe açıklarıyla ciddi biçimde yara aldı. Özetle Türkiye, 2001 – 2008 yılları arasında elde ettiği ekonomik başarıyı 2009 sonrasında tekrarlayamadı ve başarısız bir dönem geçirdi.
2001 – 2008 yılları arasında düşen bütçe açıkları, düşen kamu borç stoku, düşen enflasyon, düşen faizler ve dalgalı kur rejimine karşın doğru politikaların eşliğinde değer kazanan bir TL kuru vardı. 2009 yılından sonra bunlar yavaş yavaş tersine döndü. Bugün Türkiye ekonomisi, kurlar yükseldiğinde döviz satan, kurlar düştüğünde döviz alan ve bu aradaki farktan para kazanan insanların yönlendirdiği bir görünüm sergiliyor.
İşin en ilginç yanı bu iki farklı dönem aynı siyasal iktidar zamanında yaşandı. Bu iki dönem arasındaki farkı aşağıda sunduğum grafikler yardımıyla gözlemleyebilirsiniz.
2001 – 2008 arasında ekonomideki olumlu görünüme geri dönmenin yolu o dönemde yaptıklarımızı tekrarlamak ve eksik bıraktıklarımızı şimdi yapmaktır. Hukuk ve eğitim başta olmak üzere bazı alanlarda yaptıklarımızın tam tersini yaparak yola çıkarsak hızla yol alabiliriz.